Eleştiri

Madeline’s Madeline

Yayınlandı

on

Yönetmen: Josephine Decker | Oyuncular: Helena Howard, Miranda July, Molly Parker | Senaryo: Josephine Decker | 93 dakika | Drama, Gerilim, Lakırtı

Bu sezon “Şu kalabalıktan ne kadar uzağım ve ne kadar mutluyum.” dedirten bir film daha buldum kendime: Madeline’s Madeline. Duygusal olarak stabilliğe asla ulaşmamış/ulaşamayacak isterili bir genç, kendini önemli hissettirmesini sağlayan imitasyon sıra dışılığını meşrulaştırmış bir oyunculuk koçu, etraflarına saçılmış bolca drama öğrencisi ve hayat ile uçuş uçuş sanat tarifesi arasındaki sınırları silikleştiren komik egzersizler bütünü… Madeline’s Madeline psikoaktiflerle ayıkken varılan uyku fazının en çirkin yüzünü yaratma süreciyle buluşturuyor. O da yetmiyor yollar “büyüme” ile kesişiyor. Filmin ne yazık ki araç olarak kullandığı kolektif doğaçlamanın güldürüye varan tuhaflığıyla alay etmek gibi bir derdi yok, ki benim için de tam olarak bu yüzden “kötü” zaten. Yeni bir şey ortaya koymayı, soyutluklardan bir amaç edinmeyi kendine takıntı hâline getirmiş esas kızıyla bu deli saçması abartılı sezgisel alıştırmaya tapıyor çünkü. Hâlbuki öylesine yararsız bir kovalamaca var ki burada, koltuğa arkasını yaslayıp yahu benim çektiğim ipin ucunda ne var diyemeyecek kadar kör olmuş büsbütün. Kimliğini aramak üzere çıktığı keşifte dipsiz bir kuyuyu kulaçlıyor. Gerçi istese de bir anlama kavuşamayacak çiğ bir ıssızlık hakim zaten senaryonun bütününe. Kendini kandırmaktan öteye geçemeyen Madeline’ın problemi büyük: Farklı olmayı bir karakter niteliği zannediyor. Oysa sorularının cevabı içinde saklı. Deneysel sanat topluluğunda vizyon sahibi, gelecek vaat eden bir birey olarak atanmaya çalıştığı konumla yanıt alabileceği de yok. Ama neyse neyse. Klostrofobik kamera hareketlerinin, bu güneşin lensle göz kırpıştığı hevesli ataletin çalı süpürgesi gerçekçiliği yakışıyor ucuz malzemeyle yapılmış metafor çorbasına. En azından bunun farkında diyorum, dertlerim cilalanmayı hak etmeyecek kadar primitif itirafında bulunabiliyor. Ruhsal bozukluğun, üretimin, ateş olsa cirmi kadar yer yakmayacak bir baltaya sap olmanın sözde avangart tiyatrosunda tek görebildiğim ciddileştirilmiş bir Saturday Night Live skeci. Büyümekten bu kadar korkan nesillerin geldiğini görmek de beni fazlasıyla korkutuyor açıkçası. Yani Madeline’s Madeline’ı bu kadar yararsız bulmamın arkasında, farklı renklere sahip olmanın o sancılı süreci atlatmaya yettiğini iddia eden aymazlığı da var. Yaş alma, yetişme, yetişkinleşme sürecini hiç şahit olmadığımız bir perspektiften kulak çınlatan bir frekansta servis etmesine amenna. Fakat boş lakırdı be bu uçuculuk. Yani ben mi realistim, pragmatistim, non-absürdistim acaba? O ayaklar yere basmadıkça, motivasyon hayal kırıklığı temelli bir rüya oldukça, hayat oyununu hayvan taklidi yaparak yoğunlaştırmışsın, ne fayda? Kırılganlığa mahal vermeyecek topraklar üzerinde büyümüş olmanın da yan etkisi olabilir bu tabii. Ama ne bileyim işte, hangi coğrafyaya gidersem gideyim Madeline ve türevleriyle yollarım kesişince asli aldırışsızlığıma geri dönecekmişim gibi hissediyorum. Ancak benim bu kayıtsızlığım size engel olmasın. İzleyin, deneyimleyin. Kuşu, börtü, böceği, dört duvar arasında şeytan çıkarmayı andıran bencil pohpohlamasının minik dünyamda yeri yok sadece, ne yapalım?
Fesat Mukayese: Gossip Girl > Madeline’s Madeline

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version