Yönetmen: Betsy West & Julie Cohen | 98 dakika | Belgesel, Biyografi
Popüler kültüre mal olmuş isimlerin hayatlarını, aşk mektubu lezzetinde belgesellerde izlemenin keyfi de bir başka oluyor. ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından, Notorious lakabıyla sosyal medyanın bir numaralı oyuncak ikonuna dönüşmüş Ruth Bader Ginsburg’u konu alan RBG için de durum pek farklı sayılmaz. Biçim anlamında fazlasıyla geleneksel bir iş var karşımızda. Fakat bu anlatıyı çekici kalan Ginsburg’un ta kendisi. Adalet insanı olarak sıkça sonuca varmış bir kadın değil esasında RBG. Daha çok Amerika’nın, ne olursa olsun, hukuki gelişmişliğini gözler önüne süren, bazı şeylerin daha yüksek sesle konuşulmasını sağlayan bir karakter. Bir parçası olduğu kurulda da başlangıç noktası çok liberal olmamasına rağmen zaman içerisinde ABD’nin siyasi kimliğinin geçirdiği değişimle, bilhassa post Trump dönemi sağolsun, daha keskin kenarlı bir yere sürüklenmiş. Filmin faziletlerini konuşmayı ben de isterdim; ama kamera arkasındaki Julie Cohen ve Betsy West ikilisi buna pek izin vermiyor. Tek sesli azize güzellemesinde Washington’ın gölgesini arkasına alıp eşiyle tanışmasından başlayarak, ses kayıtlarıyla tüylerinizi diken diken eden muazzam argümanlarına uzanıyor Ginsburg’un. Bir de o tam adını koyamadığımız, RBG’nin dijital çağdaki ününü de anlamlandıracak renkli tarafı var. Tüm ciddiyeti ve naifliğine rağmen şakaların bir parçası olmakla ilgili tek bir sıkıntı yaşamaması sağın robotik bulduğu bu değerli yargıcı insanlaştırıyor. Cinsiyet eşitliğinde sadece kadının değil, yeri geldiğinde meselenin tamamen denklik olduğunu hatırlatmak adına erkeğin de hakkını savunmuş ve pek çok küçük adımın ardından çıkabileceği en yüksek mertebeye erişmiş biri olmasının altını epeyce çiziyor bu film. Fakat popüler kültürle ilgili takıntılarımızın da ufak bir veryansını yok değil. Hatta ben bu anlatımın ardında tamam bu kadını seviyor, ona tapıyorsunuz ama neler yapmış onları da öğrenin motivasyonu olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla RBG’yi anlamak yerine bir nevi başarılarının özetini geçiyor. Bu da sanki fazladan tek bir sahne izlememişsiniz gibi bir hisse sizi zorla bağlamasına yol açıyor. Hâlbuki RBG’nin hikâye anlatma sanatının prensiplerinden pek yararlandığı söylenemez. Uzun bir CNN özel haberi gibi. Bakın eşi ne tür fedakarlıklar yaptı, bakın aktif bir avukat olarak geleceğini nasıl çizdi, bakın muhafazakârlar onu ne kadar yordu… Bu fasıl bitince de “yaş” sohbeti başlıyor. Atletik, canlı, düşünen, okuyan, hayata sıkı sıkı bağlanmış Ruth Bader Ginsburg! Gerçi bu inadın ardında da çok temiz duygular var ya, neyse. Demem o ki, Felicity Jones’un RBG’yi oynadığı kurgusal versiyonla aynı seneye düşen bu yapımın marifetleri ile bir yerlere gelmek gibi bir hevesi yok. Bu nedenle pop kültür hafızanızda beslenmesi gereken yerleri doyurmanız için yeterli geldiğini kabul ederek tamamlamak lazım seyiri. Hele ki bizim gibi bir coğrafyadan, adaletin neredeyse semt adı olacağı bir gerçeklikten bakınca insanın söz söylemeye mecali kalmıyor. Fesat Mukayese: RBG > TRT muhabirini ısıran zombi nine