Eleştiri

Under the Silver Lake

Yayınlandı

on

Yönetmen: David Robert Mitchell | Oyuncular: Andrew Garfield, Riley Keough, Topher Grace, Laura-Leigh, Zosia Mamet, Jimmi Simpson, Patrick Fischler, Luke Baines, Callie Hernandez, Riki Lindhome, Don McManus, Summer Bishil, Grace Van Patten, Sydney Sweeney, India Menuez, Jeremy Bobb, David Yow | Senaryo: David Robert Mitchell | 139 dakika | Drama, Komedi, Suç

Sezonun en çok takdir edilen filmini “fazla planlanmışlık” ile suçlayıp (öhöm Roma), kare kare üzerine çalışılmış, sahne başına 10 referansın düştüğü Under the Silver Lake isimli neo-noir türündeki yapımı başyapıt mertebesine atamam da benim ikiyüzlülüğüm olsun. Evet efendim, It Follows isimli bir önceki filmini sadece kaynak yetersizliği değil, senaryosundaki cılızlıktan da ötürü pek yersiz bulduğum David Robert Mitchell, sanatını icra ederken ona ilham olmuş bütün hikâye anlatıcılarından çelenk yapıp yeni filmine tutturmuş. Paranoyak bir hayalin büyüsünde, Los Angeles’ın o üç katı aşmayan vadi silüetine güneş vurdura vurdura kafası kasıtlı olarak karıştırılmış bir popüler kültür çorbası koyuyor önümüze. Öyle leziz bir tabak yapmış ki kah Rear Window’dan röntgen mütehassısı Jeff’in meşhur sahnesini direkt modernize edip tekrarlıyor, kah eline kim bilir hangi sebeple yapışmış Amazing Spider-Man çizgi romanını ivedilikle kurtulunması gereken bir pislikmiş gibi silkelettiriyor uykusundan yeni uyanmış Andrew Garfield’a. İlmek ilmek işlenmiş dört başı mamur tuhaflık masalında perde toksik erkek maskülinitesini kültürümüzün kadını nasıl da baştan aşağıya bir tüketim ürünü gibi kullandığının altını çizerek açılıyor. Ardından harcayarak yok ettiklerimize, herkesin ve her şeyin daha önce denenmiş ve olumlu sonuç alınmış bir başka orijinal temsilden araklama olduğunu bizzat sinema tarihini elden geçirerek göz atıyor. Bir Thomas Pynchon romanını hatırlatan, pop kültür arka planlı varoluş karmaşasında peçete gibi kullanıp bir kenara attıklarımızdan yığın yapıyor sanki. Andrew Garfield tarafından canlandırılan karakterin peşine düştüğü sadece bir kadın değil yani esasında. Hayatlarımızda görevini tamamladıktan sonra buruşturup kenara attıklarımızın avı kondurulmuş buraya. Giderek sayısı artan stoner dramalardan da esinlenmiş bu devasa zihin egzersizinde seçtiği hem görkemli hem de pasaklı LA manzarası, o kusursuzca dağılmış ev ve her köşe başına bir başka macera konduran geniş bir spektruma yayılmış amatör soruşturmayla dumanı tütüyor sürrealistliğinin. Ve dönüp dolaşıp geldiği yer de epey keyifli aslına bakarsınız. Önemli, değerli hissetmek için daha ne maskaralıklar yapacağız? Mevcudiyetimize bir anlam bulmaya çalışırken çağdaş fikirlerden arındırılmış suallerimiz bile çözdükçe dehşet veren hayat döngüsünün bir oyunu değil mi yani? Buradaki esas adam dünyanın ışıksız temeline inip, bilinçaltı esiri gibi duran ama bilinçaltının varlığıyla bile alay eden mesajları alıp insan üstü bir kuşkunun izini sürüyor belki ama düşük profil hissizliğinde bile kendini tanrılaştırmaya izin veren bir “ben” de saklı sanki. Bilmiyorum. Oturup üzerine bu kadar konuşmayı hak edecek bir film mi yaptı Mitchell, yoksa amacı boş sohbetlerin pimini çekerek hep birlikte kendimize gülmemiz miydi emin olamıyorum. Şu an tek inandığım, Under the Silver Lake’in kaygısızca renklendirilmiş albenisine derin bir karanlık gizlediği ve benim de bu insan eli değdiği için harabeye dönen evrende çözmeye çalıştıklarına ilgi duyduğum. Pusu, özgünlüğü, eksantrikliği… Hepsi daha önce cevabına ihtiyaç duyduğumu düşünmediğim bir fikri kovalıyor. Ve dolayısıyla da rahatça diyebiliyorum ki, en azından kuyruğunu yakalayana kadar beyaz perdenin büyüsünü sonuna kadar kullanmış bu beyin fırtınasıyla aşk yaşamam mümkün. Varsın, insan evladı evrenden silinene kadar cevabını alamayacağımız ne demeye buradayız sorusunu kulağını tersten tuta tuta cevaplamaya çalışsın. Film içinde film gibi, akar gideriz.
Fesat Mukayese: Under the Silver Lake > Your faves

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version