Yönetmen: Anne Fletcher | Oyuncular: Danielle Macdonald, Jennifer Aniston, Odeya Rush, Maddie Bailio, Bex Taylor-Klaus, Luke Benward, Georgie Flores, Dove Cameron, Harold Perrineau, Kathy Najimy, Ginger Minj, Hilliary Begley, Sam Pancake, Dan Finnerty | Senaryo: Kristin Hahn (uyarlama), Julie Murphy (roman) | 110 dakika | Komedi, Drama, Müzikal
Netflix’in film seçkisi Private Life, The Kindergarten Teacher ve (ben hayranlarından olmasam da) Roma ile iyice zenginleşti diyorduk ama her kuşun da etini yiyemiyoruz ne yazık ki sayın okuyucu. Dolly Parton aşkıyla yola çıkılarak senaryosu yazılmış Dumplin de o üstüne çok titreyemediklerimizden. Başrolünde Cake ile Oscar adaylığını ucundan kaçırdığı günden bu yana kariyeri için büyük ve önemli adımlar atmak konusunda büyük gayretler gösteren Jennifer Aniston mevcut. Ona eşlik etmesi için de Patti Cake$ ile hayatlarımıza giren Danielle MacDonald’ı seçmişler. Bu ikilinin önderliğinde, Amerika’nın güneyinden, anane saplantılı küçük bir kasabaya konuk oluyoruz. Güzellik yarışmalarında jüri üyeliği yapan annesinden ziyade, küçük yaşta onu Dolly’nin plaklarıyla tanıştıran büyükannesinin kızı olmayı yeğlemiş genç ana karakterimiz, sözde dünyaya baş kaldırıyor. Kilolu, geleneksel anlamda güzel olmayan ve “garip” olarak tasvir edilen bu kızcağızı zayıf, model kılıklı, sarışın Amerikalılar’ın arasına atalım ve esas olanın dış değil iç güzellik olduğunu anlatalım hesapçılığı yani. Yeşilçam’ın zengin oğlan – fakir kız senaryoları ne ise Hollywood’un da ne çektin be ergen kızım şu hırslı anneciğinin elinden zırvaları da aynı kapıya çıkıyor. Yalnız epey sorunlu, politik anlamda çığır değil yara açan bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Ne olursan olculuk oyununda her türlü fiziksel özelliğe dikkat çekerek iki resim arasındaki 7 farkı bulun diye buyuyor önce. Ardından da şişman olabilirsin, ama en nihayetinde gırtlağını tutamadığını kabul etmezsen sana zırnık yok diyen bir ahlaksızlık da mevcut. Yanlış anlamıyorum değil mi? Dev stüdyo sisteminde cinsiyet, ırk, fırsat ve hatta gelir eşitliğine dair naralar atılıyor bir taraftan. Sonra Dumplin’ çıkıp diyor ki hayır siz eşit değilsiniz, siz epey epey farklısınız. Sadece biz sizi kabul ediyoruz eğer bizim normlarımıza karşı çıkmayacaksınız diye ekliyor. Benim dünyamdaki yerin kendine ve dünyaya duyduğun kızgınlığı bir kenara bırakmaktan geçiyor. Hırsmış, sinirmiş, iniş çıkış… Asla olmaz, görmeyeceğim! Bak bana, ne de güzel geliyorum gözlerinize. Her şey benim hakkım, sizin değil! Yani nasıl tutayım, neresini müdafaa edeyim, bilmiyorum. Böylesine yolunu kaybetmiş bir enkaza Dolly Parton’ın “Jolene” haricinde kimse tarafından tahammül edilemeyen şarkılarının eşlik etmesi de tesadüf değil herhalde. Tam o güney kokteyli düşünürseniz: Cehalet ve country müzik. Yee-haw! Tabii bu tabloda asıl sorgulanması gereken benim: Neden ama neden izledim? Sanıyorum bir Drag Race kızını daha sezon içerisinde adı geçecek bir filmde izleyecek olmanın heyecanı bastı. Ginger Minj’i A Star Is Born’da Willam ve Shangela ile çalışan Bradley Cooper kadar iyi kullanamamış Anne Fletcher; ama olsun. Drag sonunda ana akım oluyor ya, gerisi umrumda değil. Bu baştan savma, Mustafa Sandal isyankârlığındaki sahte güldürüleri de Ru’nun kızları için beynim kulağımdan aka aka izlemeye razıyım. Unutmadan… Filmin adı Dumplin! Çin mantısı. O tıknaz, suda haşlanan, dolu dolu Çin mantısı… Fesat Mukayese: Norbit > Dumplin’