Yönetmen: Felix Van Groeningen | Oyuncular: Steve Carell, Timothée Chalamet, Maura Tierney, Amy Ryan, Kaitlyn Dever, Andre Royo, Timothy Hutton, LisaGay Hamilton, Amy Forsyth, Christian Convery, Oakley Bull, Jack Dylan Grazer, Zachary Rifkin, Kue Lawrence, Stefanie Scott, Ricky Low, Carlee Maciel | Senaryo: Luke Davies, Felix Van Groeningen (uyarlama), David Sheff, Nic Sheff (otobiyografi) | 120 dakika | Biyografi, Drama
İnternetin yeni erkek arkadaşı Timothée Chalamet, Call Me by Your Name sonrası ne yapacak derken duygu pornolarının Avrupalı ustası Felix Van Groeningen yönetimiyle, yaşanmış bir bağımlılık hikâyesinde Steve Carell ile baba oğulu oynayacağını duyunca hemen başlamıştık Oscar çanlarını çalmaya. Kabul etmeliyim, filmin enkazı andıran karmaşasında bunca adaylık almış olması bile mucize ama atlarımızı dizginlememiz gerekiyor sayın Beyoncélerim. David ve Nic Sheff’in ayrı ayrı yazdığı biyografilerden uyarlanan yapımın amaçladığı; uyuşturucu, alkol ve artık ne tür bir düşkünlük ile muhattapsanız bu tabiiyetin etkisinin tek bir kişiyle sınırlı olmadığını göstermek. Verilen şansların, sürekli başa sarılan iyileşmelerin, artık yeter isyanlarının yankılandığı tünelin sonunda ışık var ama bu yolda kayıplarınız, kötü günleriniz, kendinizi bütünüyle çaresiz hissettiğiniz anlarınız da olacak demeye getiriyor. Biraz ebeveynlerin, evladının gözleri önünde kendini yok etmeyi tercih ettiğini izlemek zorunda kalanların filmi. Adaptasyon yapılırken iki tarafın da ne söylediğini dinlemeye özen göstermiş Groeningen ve kalemini onunla birlikte oynatan Luke Davies. Fakat ister istemez babayı canlandıran Steve Carell’in tarafına daha belirgin bir empatiyle yaklaşıyorlar. En azından oğlunun eylemlerini anlamlandıramayan ama yine de mücadelesinden uzunca bir süre vazgeçmeyen endişeli baba olarak neler hissettiğini çok iyi algılayabiliyoruz Carell’in. İşlerin sarpa sardığı taraf da bu yüzden Nic’e, yani Chalamet’nin canlandırdığı karaktere ait. Senaryonun Nic’in duygularını, istek ve düşüncülerini sezmek gibi bir derdi yok. Ona yaklaşırken sanki hatıra defterini açıp okuyormuş gibi davranıyor. Perspektif David’e döndüğünde ise haklı yere de olsa suçlayıcı ve korumacı tarafla daha insanca bir manzara çıkıyor ortaya. Hâl böyle olunca da iki ayrı film gibi hissettiren parçalar birbirine asla kaynamıyor. Hatta birlikte sahneleri bulunmasa bu iki bireyin birbirleriyle kan bağı bulunmadığına dahi inanır oluyoruz. Beni Beautiful Boy’da tek mutlu eden Chalamet’de Elio’nun izlerini görmemek oldu. Sinema tarihine ve queer kültüre önemli bir miras armağan eden Guadagnino, dünyaya Chalamet’yi tanıttı tanıtmasına ama kariyeri boyunca türlü mukayeselere mahal verecek bir yük de bıraktı ayrıca genç yıldıza. Yalnız marifeti bol Timmy Tim’in burada fizikselin haricinde içindeki fırtınayı ufak nidalarla servis eden oyun tercihleri performansını benzerlerinden ayırıyor. Carell’in dramaları kotaramadığına dair ısrarımı, tekstin ona epeyce fırsat vermesi ve değerlendirememesi üzerine bir kez daha tasdiklemiş oldum. Gizli yıldız olarak ise Maura Tierney’nin adını vereceğim izninizle. Kimi zaman müzik kullanımıyla da manipülasyona yeni anlamlar kazandıran anlatıda Tierney’nin tüm filmin kalbi olarak gördüğüm o arabalı sahnesi Beautiful Boy’un olduğu ve olmaya çalıştığı her şeyden daha etkili. Şimdi geriye dönüp baktığımda tek bir mizanseni haricinde yorucu bir televizyon filmi muamelesi gösterdiğim Beautiful Boy’un sorunları iyice batıyor gözüme. Keşke hayal ettiğimiz film olabilseydi, keşke Chalamet beyimize ilk altın heykelini erkenden getirebilseydi. Neyse, yolumuz uzun. Efsanevi bir kariyeri en ön sıradan izliyoruz ne de olsa, beklemeye razıyız. Fesat Mukayese: Mom > Beautiful Boy