Yönetmen: Adam McKay | Oyuncular: Christian Bale, Amy Adams, Steve Carell, Sam Rockwell, Alison Pill, Lily Rabe, Jesse Plemons, Tyler Perry, Justin Kirk, LisaGay Hamilton, Eddie Marsan, Bill Camp, Don McManus, Stephen Adly Guirgis, Matthew Jacobs, Shea Whigham, Stefania LaVie Owen, Adam Bartley, Kirk Bovill, Jilliam Armenante, Fay Masterson, Alfred Molina, Naomi Watts, Joseph Beck, Paul Perri | Senaryo: Adam McKay | 132 dakika | Biyografi, Komedi, Drama
Christian Bale’ın Altın Küre konuşmasında da belirttiği gibi, şeytandan ilham alarak canlandırdığı Dick Cheney, Amerikan yakın tarihinde Trump’a şükrettiren, Frank Underwood kokteylinde de kullanılmış bir politik figür. Yozlaşmanın zirvesinde her eylemini kendince geçerli bir motivasyona bağlamış, iblisliğe soyunmadığı günlerde yatağında keyif sigarasını içmiş bir zebani. The Big Short ile salt komediden tonu hicive kayan bir alt türe geçiş yapmış yönetmen Adam McKay de delişmen kurgu oyunlarıyla, belli ki bir süre daha kullanmaya devam edeceği üslubunu Bilal’e anlatır gibi, bu insan müsveddesinin biyografisine monte ediyor. Başı sonu aşikâr bir zaman çizelgesini virgülüne kadar takip etmek McKay’in kitabında yok. Vice’ta da benzer bir kuralsızlıkla yeri geliyor kapanış jeneriğini filmin ortasında kullanarak keşkelerini sıralıyor, yeri geliyor manipülasyonun kitabını yazan Cheney’nin kafasının içine girerek dördüncü duvarı yıkıyor. Tarafsız davranmak gibi bir arzusu da mevcut değil. Liberalleri tamamen tepesine çıkartıp muhafazakâr görüşün boşluklarında cirit atmaktansa, tek adam özelinde parmağıyla suçluları işaret ederek irinini kalbinde biriktirip Azrail’le pazarlığa giren tosbağanın ipliğini piyasaya çıkarıyor. Ama öyle bir aymazlıkla haşır neşiriz ki bahsi geçen şahısa sorulsa 11 Eylül sonrası Beyaz Saray’ın tutunduğu tavıra, onun liderliğinde start veren Irak istilasına bile, bıraktığı tahribata rağmen inatla bir savunmada bulunması mümkün. Gerçi Bush yönetimini parmağında oynatarak, etkileri bugün bile hissedilen yanlış kararların mimarından daha az sahtekar olmasını beklemek de yanlış, ya neyse. Cheney’den sıyrılıp Vice’a dönecek olursak… Ben kameranın arkasında yer almaktan fazlasıyla keyif alan, parlak fikirlerle defter doldurmuş bir vizyonerin oyuncağıyla vakit geçirişini izlemişim gibi hissettim. Kasıtlı pasaklılığının içerisinde kendi ritmini bulabilecek kadar materyaline sahip, çuvaldızından herkese payına düşen huzursuzluğu emanet edecek kadar da kararlı ayrıca. Dolayısıyla görsel patırtısının muhterisliği, Survivor’ın meşale söndüren ada konseyi uğurlamasından bira reklamlarına kadar oluşturduğu görkemli ahlaksızlık kimi yerlerinde desturu hak ediyor olsa da kasırganın start aldığı noktada lineerlikten bir hayli uzak ziyafet sofrası açıyor önümüze. Üstelik metot aktörlüğün zirvesinden seslenen Bale’ın aldığı kilolar ve prostetik destek de ikincilleştiğinden Oscar almak için taklalar atan bir oyuncunun cebelleşmeleriyle de boğuşmuyoruz. Yalnız elinde ne var ne yoksa ilk yarım saatin içerisinde kafamızdan aşağı boca eden, ilelebet tüketici formun kimilerince abartılı bulunmasını da anlıyorum. Ben bu zincirin koptuğu noktaya duyduğum özel ilgi ile tutundum sanıyorum Vice’ın süratine. Gariptir ki McKay’in bir önceki yüksek faizli Mortgage krizi özetine de bu filmi beğenme sebeplerimden ısınamamıştım. Aralarındaki fark, bu sefer kalemini oynatırken bir Amerikan vatandaşı olarak senaryoya ekleyebileceklerinin daha sağlıklı cümlelerle ifade edilmesi olsa gerek. Bir de yine beklenti ekonomisinde yaptığım hata yüzünden Vice’ın kucağına düşmüş, sezon başındaki izlemek istemiyorum çığlıklarımın Oscar yarışındaki her türlü başarısına tavım tümcelerine dönüşmesini doğal karşılamak gerek sanırım. Fesat Mukayese: Vice > Lincoln