Yönetmen: Marielle Heller | Oyuncular: Melissa McCarthy, Richard E. Grant, Dolly Wells, Jane Curtin, Anna Deavere Smith, Stephen Spinella, Ben Falcone, Shae D’Lyn, Michael Cyril Creighton, Kevin Carolan, Marc Evan Jackson, Tim Cummings, Christian Navarro, Joanna Adler, Erik LaRay Harvey | Senaryo: Nicole Holofcener, Jeff Whitty (uyarlama), Lee Israel (otobiyografi) | 106 dakika | Komedi, Biyografi, Suç
Varlığından daha önce haberdar olduğum yalanını söyleyemeyeceğim, ama tanıştıktan sonra kendimi sıklıkla kitaplarını araştırırken bulduğum Lee Israel yakın tarihin en enteresan yazarlarından biri. Kaleme aldığı biyografilerle kariyerini sürdüren bu kadın, geçim sıkıntıları yaşamaya başladıktan sonra ünlü isimlerin elinden çıkma sahte mektuplar yazıp bunları satarak hayatını idame ettirmeye çalışmış. Tatsız sonuçlanan bu sürecin ardından daktilosundan çıkmış sanat eserleri (!) edebi sahtekarlık olarak değerlendirilip durum yargıya intikal etmiş ve Israel hayatının son çeyreğinde başından geçen uzun macerayı da otobiyografi formunda piyasaya sunmuş hatta. Nicole Holofcener ile Marielle Heller ortaklığının ürünü Can You Ever Forgive Me (bahsini ettiğim kitabın da adı bu ayrıca), Israel’in Dorothy Parker’a uygun gördüğü imzadan alıyor ismini. Filmin bütünü bu sözde zor kadının kurduğu, edebiyatla yakından uzaktan ilgili herkesin ilgini çekecek tezgahını ve neredeyse yalnız savaştığı hayat mücadelesinde yakınına girebilmiş yegâne insan Jack Hock ile dostluğunu konu alıyor. Kağıt üzerinde iken bile keyiflendiren yaşanmış hikâye, beyazperdede görmeye pek alışık olmadığımız, iki eşcinselin arkadaşlığına da yer vermesi sebebiyle ayrıca katmerleniyor tabii. Holofcener’in senaryosu neyse ki cinsel kimlikleri bir karakter özelliğine dönüştürerek gözümüze sokmaya gayret etmiyor. Ama mektuplar için adı anılan her ismin queer tanrılarınca cennette ağırlanacak fâniler olması dahi tek başına yetiyor bizlere. Can You Ever Forgive Me’nin dramasının temelinde yaş almakla ilgili de güzel cümleler var ayrıca. Sıradışı karakterleri izliyor oluşumuz dönüş yolundaki hüsranın ve hüzünün nabzını tutamayacakları anlamına gelmiyor. Bir de bu bağlamda geçtiği zaman aralığını da göz önüne alacak olursanız, homoseksüel olup da kendinize bir yoldaş bulamadığınız, bulamayacağınız yaşlara geldiğinizde nükseden tekillik farkındalığı ve arkasında saklanan derin kederin de böylesine naif bir şekilde resmedildiğine ilk kez şahit oluyoruz sanırım. Belki bugün üzerinden düşünüldüğünde benzer bir kimsesiz olma durumunu tam manasıyla kavrayabilmek mümkün değil. Ancak dünyanın merkezi olarak gösterilen bir şehirde, bir sanatçı olarak kimliğini kaybetmeden ama bir taraftan da pek çok sebep yüzünden kimlik sahibi olamadan ayakta kalmak için gösterdiği üstün çabada kalp sızlatan bir melodram var esasında. Öyle ki Lee haricinde Jack’i anlatırken de kalabalıklar içerisindeki yalnızlığın esaslarına da çok inmeden boğaza koca bir yumru yerleştiren imalarda bulunuluyor. Ve işin garibi, bu acılarının tamamını seyircinin bir an olsun filmden düşmesine izin vermeyen temponun arkasına saklıyor Heller ile Holofcener (ve Jeff Whitty). En büyük şansları da hiç şüphesiz Melissa McCarthy ve Richard E. Grant ile çalışma fırsatı yakalamış olmaları. İkisinin performansında da karakterlerin gerekleri haricinde öncelerini de tam anlamıyla kavramış, motivasyonlarını teker teker çözmüş bir hâkimiyet mevcut. Bu sayede de iki oyuncuyu izlediğinizi unutuyor, Lee Isarel ve Jack Hock’ta kayboluyorsunuz. Alaycılığı, kıvrak zekâsı, sosyal önyargıdan mütevellit korumacılığı, şüphesi, umutsuzluğu ile sanatın bittiği yerde eşcinsel kültür de parçalarına ayrılır diyen Can You Ever Forgive Me için özetle yılın en iyi queer filmi diyelim, herkesi en yakın tarihte tadına bakmaya davet edelim. Fesat Mukayese: Can You Ever Forgive Me? > Pride