Eleştiri
4 Film 400 Kelime: 2018 Finali (Part I?)
Bu sezon tembelliğime çare olan 4 Film 400 Kelime bölümüne yavaştan 2018’i toparlamaya çalıştığım şu günlerde tekrar başvurmam sürpriz değildir herhâlde. Hatta bu sefer eşeğimi sağlam kazığa bağlayayım ve belki uğraşamazsam, bir tane daha patlatırım diye başlığa soru işaretimi de kondurdum. Beğenmeyen küçük oğluna almasın çığlıklarımla, her filmi 100 kelimede paketleyip gönderdiğim yazıma geçiyorum. Let’s run this bitch!
SHIRKERS
Kişisel kalan, nihayetinde daha büyük bir mesaja ulaşmayan belgesellere kredi vermediğimi söylesem de Shirkers’ın sinemaya sevdalanmış herhangi bir izleyiciyi etkisi altında bırakmaması imkansız. Yönetmeni Sandi Tan, seneler evvel Singapur’da pek çok konuda ilk ünvanını alacak filmini çekmiş, ama tüm kayıtları hiç eden akıl hocası ve bu yapım sürecindeki ortağı bir anda ortadan yok olunca tüm uğraşları rafa kalkmış. Georges adındaki bu adama senelerce ulaşamayan Tan, geçmişe dönüp elinde kalanlarla içini döküyor. Hem yaşadıkları, hem de yaşadıklarından çıkardığı yapbozun biçimi pek ilgi çekici. Ancak ilk yarının ardından hesaplaşmasının çok daha öznel bir hâl alması bir şeylerin önünü tıkıyor diye düşündüm ben açıkçası. Çaktırmadan günün politik iklimini yakalamışken ellerinin arasından kayıyor ve meselesi küçülüyor gibi. [B]
MUSEO
Hikâye anlatma sanatının temel kavramlarıyla dört başı mamur bir oyuna girişen Museo, bu senenin sürprizlerinden biri aslında. Filmin eğer ki hiçbir karakteri insanlaştırmayan, devasa bir temsilde ipleri gözüken kuklalar olarak kullanılmasına alışırsanız yaşatacağı eşsiz deneyimin sinemaya dair tüm bildiklerinizi unutturacağına şüphe yok. Ama yaptığı egzersizin sadece kuramsal kalan ve eti kemiğe bürünmeyen bir tavrı var. Mesafeli olması ve karakterlerini makineleştirmesi kasıtlı. İşte bu da seyircisini seçen bir filme dönüşmesine sebep oluyor. Ben zihnindeki oyun bahçesinde eğlendiğini asla gizlememesine bir süre tahammül edebilip ikinci yarıda yönetmenin üstünü kapamak için üstün çaba sarf ettiği özgüven problemlerini dinlemek istiyor muyum başlıklı bir batağa saplandım. Sahibine bağışlayıp, köşeme dönüyorum. [B-]
RALPH BREAKS THE INTERNET
Son yılların animasyonlarda gördüğümüz en yaratıcı fikirlerine sahip dediğim Wreck-It Ralph isimli ilk filmden bir devam çıkarmışlar, adını da Ralph Breaks the Internet koymuşlar. Fakat paranın kokusunu alan yapımcıların kurtlanmasıyla şablon dahi değiştirilmeyip, daha çok referans bırakan ama yalınlaştırılmış üst sürümün pek olur yanı yok. Beğendiğimiz her şeye zamanın gişe filmlerindeki moda anlatıları eklenmiş. Dolayısıyla da stüdyodan çıkmış olmasına inanamadığımız samimiyet ellere karışmış. Yalnız Disney prenseslerini tek bir odaya topladığı kısım, bu tür buluşma anları için yaşayan hayranları tatmin edecek kadar güçlü. Belki yaratıcılığını tam bu noktada tüketip kendini tekdüze bir kovalamacanın peşine atmasa sınıfı geçirtecek kadar kucaklayabilirdik muzurluklarını. Bu hâliyle unutulmaya mahkum. [C]
CHRISTOPHER ROBIN
Yaşama isteği bitmiş insanlara hayatınızı basitleştirin, mutluluk küçük şeylerde saklı, hayallerinizden peşin koşun öğütleri veren her filmden nefret ettiğimi söylemiş miydim? Hele ki bu mesaj bir de tatlılıkla iticilik arasındaki çizginin ne tarafına düşeceğini bilmeyen görsel efekt harikası hayvanlarla pekiştirilince hiç tahammülüm kalmıyor. Neymiş efendim, içimizdeki çocuk asla ölmesinmiş de, gündelik koşuşturmacalara karışsak da kendimizi unutmamalıymışız da… E bu istediklerinizi yapan adamlar büyümediği için onların bitmek bilmeyen bencillikleriyle biz uğraşıyoruz sonra, o ne olacak? Pek sakat bulduğum gerçeklikten kopun alarmının bir kıytırık hâli daha kısacası. Ama bunu da yiyen var ki durmadan yapılıyor. Yahu Japonlar’ın sırf bu anlatıya adadığı devasa bir anime stüdyosu var, konuşturmayın beni şimdi. Hayata tutunamamak maharet ya, kendileri çalsın kendileri oynasınlar. [C-]
Emre Eminoglu
27 Ocak 2019 at 20:25
Açıkçası Museo’yu izlerken bir kısmında uyuyacak kadar sıkıldım. Ama kurgudaki kusursuzluğunu unutamıyorum, bana Neruda’nın kurgusunu hatırlattı.