Eleştiri

At Eternity’s Gate

Yayınlandı

on

Yönetmen: Julian Schnabel | Oyuncular: Willem Dafoe, Rupert Friend, Mads Mikkelsen, Mathieu Amalric, Oscar Isaac, Niels Arestrup, Vladimir Consigny, Amira Casar, Vincent Perez, Alexis Michalik, Stella Schnabel | Senaryo: Jean-Claude Carrière, Julian Schnabel, Louise Kugelberg | 111 dakika | Drama, Biyografi

Tıpkı bu seneki Venedik yarışmasında kadın oyuncu ödülünü kucaklayan Olivia Colman gibi, aynı festivalden erkek oyuncu dalında aldığı galibiyetle dönen Willem Dafoe da Akademi’nin listelerine girebildi. Yarışın bilinmezleri arasında yer alan At Eternity’s Gate isimli Van Gogh biyografisini bizler de 2018 sinema yılına yavaştan veda ettiğimiz şu günlerde ziyaret edebilme imkanı yakaladık. Sanat tarihindeki en çok tanınan ressamın Fransa’da geçen son yıllarına odaklanıyor Julian Schnabel imzalı yapım. Geçtiğimiz seneki Loving Vincent, nasıl ki ölümünün ardından bu değerli şahsiyeti tanımaya çalışıyordu, Schnabel de biçimsel takıntılarını üst üste koyarak belli ki hayranlık duyduğu bir sanatçının kafasının içine girmeye çalışıyor. Yalnız izlediği yolda yönetmen olarak varlığını göstermeye, şovunu yapmaya çok odaklanmasından olsa gerek At Eternity’s Gate Van Gogh’un değil de Schnabel’in filmi olmuş. Gövde gösterisinde yeri geliyor Willem Dafoe’nun eline yağlı boya tutuşturup dakikalarca şövale ile boğuşmasını izletiyor, yeri geliyor kurguda yaptığı ufak numaralarla seyircisine tatlı (!) tuzaklar kuruyor. Mesela filmin tonunu belirleyeceğini sandığımız açılış sahnesinde, farklı kökenlerden gelen oyuncularla dolu kadrosuna Fransızca konuşturarak kalbimizi çalıyor. Sonrasında da hayır ben Vincent’ın o ülkede nasıl yabancılaştığını göstermek istiyorum, bu sebeple sadece korktuğu anlarda bu tek tük konuştuğu yabancı lisan tekrardan belirecek diyor. Yaptığı enteresan tercihler bununla da sınırlı değil. Etraftaki herkese aksanlar armağan ederken Dafoe’nun kendisinden 20 küsür yaş küçük Van Gogh’u kendi konuşma tarzıyla oynamasına izin veriyor. Burada artık arasına mesafe koymaya çalıştığı karakteri mi, seyircisi mi bilmiyorum. Belki de bir yönetmen olarak bana hiçbir zaman hitap etmemiş kariyerinin bir kez daha bir yere varmayacağının onanmasına yardımcı olmak istiyordur… Yalnız Schnabel’in kamera arkasındaki sürekli şımarıklığına rağmen Willem Dafoe’nun tüm tatsızlıkları sineye çektiren bir performans ortaya koyması epey kurtarıyor bu enkazı. Ressamın tuvallerinden renklerle yapılan oyunlar, türü yeniden tanımlama ısrarındaki kargaşadan hâllice numaralara Dafoe’nun büyük bir hazla canlandırdığını hissettirdiği Van Gogh çare oluyor. Belki ağıza yakışmayan, sofistike gözükebilmek için sözde entelektüel sohbetler alakasız mizansenler içerisine yerleştirilmemiş olsa daha bir inanacağız sahnelediklerinin bütününe. Gerçi kalan kısmında da dilini iyice çağdalaştırıp çorbaya döndürdüğü filmine anlam veremediğim bir başka form da vermeye çalışıyor yönetmen. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık atasözüyle özdeşleşmiş üretiminin bir tutarlılığı yok kısacası. Ya da şöyle denilebilir; bu tutarsızlık kasıtlı olsa bile kafasındaki her neyse uygulamada tesirini tamamen kaybetmiş. Ben yine de Akademi üyelerini tebrik etmek istiyorum. Gelenekselden ayrışmak için bu denli çaba gösteren bir biyografide Dafoe’nun karakterizasyonuna odaklanabilmeyi becerebilmişler. Biraz Larrain’in eline yüzüne bulaştırdığı Jackie’yi de hatırlattı bu durum bana. Bataklık çiçeği bu durumda (Jackie’deki tek iyi şey, evet doğru duydunuz) Mica Levi’nin müzikleri değil, ödüllü aktörün üstün çabası oluyor.
Fesat Mukayese: Willem Dafoe > Bale + Malek

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version