Eleştiri

High Flying Bird

Yayınlandı

on

Yönetmen: Steven Soderbergh | Oyuncular: André Holland, Zazie Beetz, Melvin Gregg, Sonja Sohn, Zachary Quinto, Kyle MacLachlan, Bill Duke, Caleb McLaughlin, Glenn Fleshler, Justin Hurtt-Dunkley, Bobbi Bordley | Senaryo: Tarell Alvin McCraney | 90 dakika | Drama

Steven Soderbergh’in hem Netflix’e sattığı, hem de iPhone ile çektiği için sinefilbroların gözde yönetmeni Christopher Nolan’dan ayar yemesine sebep olmuş High Flying Bird içeriğinden çok magazin değeriyle konuşuldu streaming servisinin seçkisine dahil olduğundan beri. Sular durulmuş, deli danaların kaldırdığı toz ait olduğu yüzeye geri dönmüşken biz de esas olanı, filmi konuşalım diyorum. NBA çok da hakim olmadığım ve hatta varlığını direkt reddettiğim bir başlık olduğu için High Flying Bird’e temkinli yaklaşmış olsam da endüstrideki likitin takım sahipleri ile yükün büyük bir kısmını sırtına alan oyuncular arasında adaletli bir şekilde paylaştırılmaması üzerine startı verilmiş “lokavt” adında bir sürece yer vermesi sayesinde meslek icabı bir yerlerinden tutmayı başardım bu filmi. Kontratlarla alakalı her türlü işlemin dondurulduğu ve milyon dolarlar kazanan beylerin kim bu ay villasındaki havuza altın seramik döşetemedi tartışması “Herkesin derdi kendine büyük.” lafını hatırlatsa da Moonlight’ı da kaleme almış Tarell Alvin McCraney, filler tepinirken ezilen çimenlere odaklanarak konudan bağımsız bir perspektif yaratmaya, seyircinin empati kurabileceği bir karakteri merkezine kondurmaya dikkat etmiş. Üstelik tek taraflı bir öykü de değil. Bu devasa sektörün farklı cephelerinde irili ufaklı paralar kazanan herkesi anlamaya ve sağladığı istihdamın ölçeğini göstererek NBA etiketinden sıyrılmamıza yardımcı olan bir tarafı da var. Referanslı tanımlamaya girişecek olursak da tıpkı Moneyball gibi, adrenalinin hat safhada olduğu müsabaka anlarını kameraya almadan meselesinin uzun vadedeki tesirlerini inceleyen bir spor filmi de diyebiliriz. Kapitalizmin esiri her meslek grubunda olduğu gibi, bu akla mantığa sığmayan büyüklükteki evrenin de ipleri gözlerinde dolar işaretleri dönen ve istisnai başarı hikâyeleri haricindeki bütün yetenekleri görmezden gelen adamlar tarafından yönetilmekte. Üstelik örgütlü faşizmin ve bir de üstüne homofobinin esiri olmuş bir marka var burada. O çok kudretli ve sözde cömert para fabrikasının istisnasız herkesi sömürmeye odaklı kirli tarafı ifşa edilmiş. Soderbergh de, McCraney de bir taraftan hayranlık duydukları bu profesyonel spor örgütünü tarafsızca ele almaya çalışıyor yani. Yalnız cinsellikten girip inançtan çıkan, biraz ekonomiye biraz siyasete bulaşayım derken iyice çorbaya dönen High Flying Bird’ün seyircisine hazmı kolay bir deneyim armağan etmemekteki ısrarı bana kalırsa çok inorganikleştirmiş her şeyi. Teknik anlamda Soderbergh’in yeni bir anlatım biçimi deniyor olmasına görselliği üzerinden değerlendirme yapacak olursak bir itirazım yok. Ancak elindeki senaryoyla tutturduğu ritimin sebep olduğu sarkma o kadar büyük ki kimilerimize göre çok da küçük olan dertlerini herkesle paylaşmak istemiyormuş gibi hissediyor. Soderbergh ve McCraney ikilisi sanki hedef kitlesini seçmiş de onlara çalışmış gibi. Sunumdaki pasaklılık zerre umurlarında değil. Andre Holland’ın varını yoğunu ortaya koyarak verdiği performans bile bağlayıcı olmayı başaramıyor özetle. Bu durumda da NBA eşitlik kavramına aşina olmamış, kaç yazar?

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version