Yönetmen: Clark Johnson | Oyuncular: Alfre Woodard, Adam Beach, LaTanya Richardson Jackson, Marcus Henderson, Blair Underwood, Ashlie Atkinson, Tsulan Cooper, Bonnie Johnson, Jordan Nia Elizabeth | Senaryo: Roderick Spencer (uyarlama), Sheila Williams (roman) | 90 dakika | Drama
Kimselerin yüzüne bakmadığı Netflix filmlerini izleme misyonumda tatlı tatlı yoluma devam ediyorum. Alfre Woodard’ın bu sene Clemency adındaki bir başka yapımla Oscar sezonuna dahil olma çabalarına henüz vakit varken ısınma turu mahiyetinde oturdum Juanita’nın başına. Bugüne kadar başına dertten başka bir şey açmamış ailesini bir anda bırakıp haritada gördüğü ilk yere doğru yolculuğa çıkan ana karakterimiz orta yaşların biteyazdığı o aralıkta kendini yeniden tanımlamak istediği bir maceranın kollarına bırakıyor. Ohio diye belirlediği rotası bir anda Kanada’ya uzanınca, o da düştüğü minicik kasabadaki hayata istemsiz de olsa ayak uydurmaya gayret ediyor. Sonrası tabii ki de hedef izleyicisinin (ellili yaşlarındaki annelerimiz) bam teliyle oyunlar oynayan türlü romantiklikler. Harika bir doğanın içerisinde sükûnet, yeniden aşk, cinsel devrimin son periyodu ve üstüne her kültürde karşılığı bulunabilecek Blair Underwood’un dahil olduğu fanteziler… Ama işte bu formül senaristliğinin kurbanı olmuş Juanita hanımefendi. Tekst o kadar sınırlamış ki kadıncağızı gerçek biri olduğuna inanmak zaten pek mümkün değil. Alfre Woodard elinden geldiğince karakterin keyfini çıkarmaya çalışsa da dahil olduğu bütün katarsislerden buram buram yanık plastik kokusu geliyor. Hâlbuki hayatı aldığı yanlış kararlarla değil de, maddi olarak yeterli bir noktaya ulaşamadığı için kaçırmışların özellikle kadın perspektifi üzerinden değerlendirmesinde çok güzel bir hazine saklı. Kaderle hesaplaşmanın zirvesine ulaşacağını sandığımız yerde Juanita hiç umursamadığımız ve bağımlı eylenerek renklendirilmeye çalışılmış bir adamla kahvaltı mönüsü tartışıyor. O da yetmiyor, damdan düşer gibi alelade sahipleniyor bu şefin mücadelelerini. Filmi ilginç kılabilen tek şey muhafazakârlıktan el vermeyen bol iç çamaşırıyla koltukta yayılmış bir adet Blair Underwood. İhtiyacımız olduğunu düşündüğümüz şeylerin bir temsili gibi çirkince dekore edilmiş bir odada kalın uyluk etleriyle boy gösteriyor. İşte buradaki yaratıcılığıyla hikâyenin kalanı arasında organik bir bağ oluşturabilse gerisi gelecek zaten. Alıp Juanita’yı koşturacağız Kanada’nın renk körünü ıslah eden yeşil ormanlarında çığlık çığlığa. Ama bahusus Woodard’ı tebrik etmeli. Ölmüş bir öykünün içerisinde yeşermeye çalışıyor. Evet böyle kadınlar da var ve yaşı, ırkı, sosyal sınıfı fark etmeksizin anlatılmayı, evlerinize konuk olmayı hak ediyor diye çığırıyor. Ah bir de karşısında hâkim olduğu oyununa eşlik edebilecek birileri olsa… Woodard, Denzel Washington’ın kariyer olarak diyemesek de rüyalardaki yerinin yeni sahibi olmuş Underwood’u bile ezip geçiyor çünkü. Onun tüm parçaları büyük bir azimle bir arada tutan sabrı da olmasa zaten bu enkazın sonunu getirebilme olasılığını dahi konuşamazmışız. Ben yine de bardağın dolu tarafından bakıp en azından Netflix gibi bir platform bu deneyip yanılmalara fırsat tanıyor diyeceğim. Belki bir sinema salonundan ya da VOD yollarından geçse adresine ulaşamayacak Juanita’nın şimdi az da olsa izleyicisi var. Görelim, değerlendirelim, arz da su olsun yolunu bulsun, öyle değil mi? MVP: Alfre Woodard (Juanita)