Yönetmen: Joe Berlinger | Oyuncular: Zac Efron, Lily Collins, Kaya Scodelario, John Malkovich, Jeffrey Donovan, Angela Sarafyan, Dylan Baker, Brian Geraghty, Jim Parsons, Haley Joel Osment, Grace Victoria Cox, Terry Kinney, James Hetfield | Senaryo: Michael Wernie (uyarlama), Elizabeth Kendall (anı) | 110 dakika | Biyografi, Drama, Suç
Sundance’teki prömiyerinin ardından içerdiği Zac Efron performansı övgülere boğulan Ted Bundy biyografisi Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile nihayet Netflix kitaplığında yerini aldı. Gerçek suç öykülerinin format değişse bile her türlü mecrada pazarlamaya döküldüğü bir çağa tanıklık ettiğimiz için Amerika tarihinin, acı bir şekilde popüler kültürde de kendine yer bulmuş azılı katiline dair en azından Bundy’nin karanlık tarafını resmetmekten çekinmeyen bir film izlemeyi bekliyorduk. Burada talep ettiğim kanın gövdeyi götürdüğü bir cinayet pornosu değil tabii ki. Ama Bundy’nin ölümüne sebep olduğu kadınların sayısı (bu yalnızca bilinen rakam, bir de şüpheli olunanlar var) 30’un üzerinde iken, ömrünün son dönemine kadar yaptıklarını inkâr etmiş patolojik bir yalancıyı, tıpkı hikâyeyi perspektifine taşıdığı ana karakteri gibi affetmemizi diliyor sanki film. Affetmek de doğru bir kelime seçimi olmadı gerçi. Daha çok “Evet, gerçeklerden kaçış yok. Bu adamın öyküsünün başını da sonunu da gayet iyi biliyorsunuz. Ancak ben sizi ikna etmeyi başarabilecek miyim?” gibi bir sınava tabi tutuyor kendini Netflix damgalı yapım. Ve ne yazık ki bu öz sınamadan alnının akıyla çıkamıyor. Extremely Wicked, Shockingly Evil, and Vile en az başrol oyuncularından Lily Collins’in performansı kadar düz, sıradan ve heyecansız. Hikâye anlatma sanatına dair ufak bir eylem gerçekleştirebilmek adına olanı biteni son ana kadar şüphelerden uzak durmuş izlenimi yaratan kız arkadaşı üzerinden görüntülüyor ve filmde seyircinin kendini yerine koyabileceği karakter olarak da bu kadını belliyor. Ancak bu noktada da Bundy’i anlamıyor, anlatamıyor işte. Üzerine oturup dirsek çürütmeyenler için motivasyonunu asla kavrayamayacağınız bir karikatür var karşınızda. Yakışıklı, çekici, solaryumlu teni ışıl ışıl parlıyor ancak kafasının içerisinde ne döndüğüne dair tek bir ipucu dahi vermiyor olması seyircisinde salt kafa karışıklığı yaratıyor. Hayır Bundy’i dağınık bırakması da esas anlatıcı olarak başkasını seçmişken çok mühim değil; ancak Lily Collins’in hakkına da mesai harcayacağı pek malzeme düşmemiş. Mesela Bundy’nin şeytan tüyü tesirini Collins takıntılı bir şekilde suçsuz olduğunu düşünene, kendini alkolün kollarına bırakana kadar anlamıyoruz. Hâlbuki o noktaya kadar kurgu masasında bir kenara savrulup atılabilecek ve bu ilişkinin dinamiklerini tam anlamıyla kavrayabilmemizi sağlayacak çok da fırsatı oluyor. Burada suçu yönetmene mi, yoksa senaryonun cılızlığına mı atmalı bilemediğimden ben çok övülen Zac Efron’a dönmek istiyorum. Bakmaya doyamadığımız suratlara sahip oyuncuların kendilerinden beklenmeyeni yapıp hakikatli, dört başı mamur performanslar çıkarmasına hayranım. Ancak Efron’un son çeyreğe kadar cepten oynadığını da itiraf etmem gerek. Tabii Bundy’nin infazından önceki son mahkemesinde kameranın suratına yakınlaştığı anda Oscar klibi olmayı hak eden, tüm duygularını gözlerinden okuduğumuz bir sahnesi var ki onu izleyince başta yaptığı tüm tembellikler bir anda affediliyor.