Neredeyse Mayıs ortasındayız ve benim yine bitirip de yazmadığım diziler yüzünden başım ağrımakta. Bir avazda dokuzunu aradan çıkarmak için (şaka değil, 9!) Tembelin Günlüğü formatını sandıktan çıkarıp Rötarlı Sezon Günlükleri koyacağım o yüzden önünüze. Aman zaten tek tek yazsam bile zaten, TV konusunda hâlâ popüler dizilerden ötesine gitmediğiniz için on kişiye ulaşıyor anca yazılar. Bu format benim biriktirdiğim yığını eriterek obsesifliğime iyi geliyor ya, o yetiyor bana. E hadi başlayalım…
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
ICEBOX (TV Filmi)
HBO’nun sessiz sedasız piyasaya sunduğu televizyon filmlerinden Icebox, Amerika’nın anlaması güç göçmen yasaları sebebiyle iki dünyanın arasına sıkışıp kalmış küçük bir çocuğun hikâyesini anlatıyor. Aynı adlı bir kısa metrajın uyarlaması olan yapımda aklınıza gelebilecek her türlü sığınma, azınlık, hapisane klişesi kol gezmekte. Ancak formunu korumaktaki inadının ABD yasalarıyla paralelliği üzerinden zorlama bir okuma yapmaya kalkışacak olursanız tüm günahlarını affedebiliyorsunuz. Başrolündeki ufaklık Anthony Gonzalez projenin bağlayıcı parçası olarak epey iş görmüş tabii. Tüm sahne eşlerini de abartısız oyunuyla gölgelemeyi başarıyor. Ama bu kadar işte. Gücü daha evvel çok daha iyi formda servis edilmiş veryansınlarını tekerrür etmekten ibaret. Bugünün politik iklimine cuk oturması haricinde yalnızca “orta yolcu” olarak sınıflandırılabilir. MVP: Anthony Gonzalez (Oscar)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
UNBREAKABLE KIMMY SCHIMDT (4B. Sezon)
AMC sağolsun (bkz. Breaking Bad ve Mad Men), dizilerin son sezonlarını iki parçaya bölmek moda oldu. NBC’den seken projesini Netflix’te görücüye çıkaran Tina Fey de Unbreakable Kimmy Schmidt’in final serisini aynı şekilde sundu önümüze. Bizim için değişen pek bir şey yok tabii. Tituss Burgess’in üstün komedi yeteneklerine her türlü formda teslim olmayı başarıyoruz. Bu veda sırasında da hikâyenin esas kızı Kimmy’i bir kenara bırakıp dört döndük Titus Andromedon’un çevresinde, ki diziye getireceğim tek eleştiri de bu galiba. Ana karakter haricinde herkesi umursuyor, herkese gülüyor, herkesin başına ne geleceğini merak ediyor olsak da Kimmy’i çok önceden kaderiyle baş başa bıraktık sanki. Yoksa formundan bir şey kaybettiği yok. Bu sona da azıcık ucundan üzülmüş olmama rağmen en azından Fey yeni sevdalara yelken açacak diyebiliyorum. MVP: Tituss Burgess (Titus Andromedon)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
LUTHER (5. Sezon)
Niye bir şeyi de tadında bırakamıyoruz? Amerika’daki stüdyo sisteminin tüket de tüket, bittiyse küllerinden doğur ve sıfırlayıp tekrar yola koyul mirasını artık ezberledik. Ama bari Britanya’da görmesek bunun izlerini. Bahsi tadında kapandığı için her daim övgüyle andığımız Luther, bu sefer tamam galiba dememizin ardından sanıyorum üçüncü kez diriliyor. Ve her seferinde de üzerindeki ölü toprağının kokusu daha çok kaşındırıyor burnumuzu. Luther ile yolları ayırdığından beri dişe gelir tek bir projede izleyemediğimiz Elba bari yeni James Bond falan olsa da BBC adamcağızı aman canım zaten para kazanamıyorsun diye ikna edemese. Hani içeriğe bile girmeyeceğim bu sefer. Aynı dolambaçlar, yine Ruth Wilson sürprizi ve kimsenin merak etmediği türlü türlü prosedürler. Bitirin artık bitirin, yeter! MVP: Ruth Wilson (Alice Morgan)
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
[/two_third_last]
CORPORATE (2. Sezon)
Kurumsal şirketlerde dirsek çürüten herkesin tanıdık bir şeylere rastlayabileceği, hem mizahı hem de gözlemleri evrensel Corporate da ekrandaki macerasının ikinci serisini devirdi. Her bölüm içerisine bir majör olay ve “Evet, evet, böyle biri var!” çığlıklarımız arasına çılgınca kahkahalar sığdırdığımız karakterler koyan yapım da aldığı yeni sezon onayını boşa kullanmamış gibi duruyor. Comedy Central’dan çıkma işlerin bir anda kan kaybetmesine o kadar alışığız ki Corporate’ın büyüyen bütçe ve doğru orantılı olarak ölçek ile hâlâ beklenileni verebiliyor olması yüzüme koca bir gülümseme yerleştiriyor. Üstelik bu sefer esprilerin tamamı Matt Ingrebretson’a da bırakılmamış ve Jake karakterini ilginç kılabilmek adına neredeyse sezonun tamamında yük dizinin aynı zamanda yaratıcılarından biri olan Jake Weisman’a devredilmiş. MVP: Jake Weisman (Jake)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
CHANNEL ZERO (4. Sezon)
Dünya üzerinde benim haricimde kimse izlemediği için sonunda iptal edilen Channel Zero, ilk sezondaki gücünü hatırlatan bir hikâye sundu bize. Jordan Peele’ın Us’ından önce televizyona uğrayan dördüncü serinin ana akım medya tarafından hiç konuşulmamış olması garip. İlerleyen yıllarda birileri çıkıp dikkat çeker mi diye merak etmiyor değilim. Neyse efendim, çocukluktan kalma travmaların, oyunların koruyucu bir şeytana dönüştüğü gerçeklikte tüm meselenin sadakatsizlik üzerine kurulması haddinden fazla muhafazakâr elbette ama konsepti iyi süslediklerini ve bu tutucu tavırlarını iyi sakladıklarını düşünüyorum ben. Üstelik kast konusunda da oldukça iyi tercihler yapıldığını eklemem gerek. Ömrümüzden ömür çalan Holland Roden’ın ardından buna ihtiyacımız vardı. Umuyorum kanal buna benzer yeni antolojilerle kutsar varlığımızı. MVP: Brandon Scott (Tom Hodgson)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
HIGH MAINTENANCE (3. Sezon)
High Maintenance’ın yaratıcıları üçüncü sezonun bugüne kadar yaptıkları en iyi sezon olduğunu söylemiş bir röpörtajda. Daha evvel bir web dizisi olarak seyirciyle buluşan yapımı izleyeniniz var mı emin değilim, ama dizide neredeyse antolojik sayılabilecek bütün bölümlerin ortak noktası New York’ta çalışan bir torbacı. Ve her ne kadar bu dağınık, sürekli kendini yenileyen üsluptan keyif alıyor olsam da ikinci sezonun başarısı esas adamını biraz olsun tanımaya çalışmasıydı. Üçüncü sezon ise çekmecede birikmiş hikâyelerin herhangi bir düzen gözetilmeden arka arkaya sıralanması gibi olmuş. Evet tekil olarak ele alındıklarında pek çok meziyetleri var. Ancak kolektif bir anlatı olarak ne yazık ki işlemiyorlar. Dolayısıyla ben dizinin yaratıcılarına selamlarımı yolluyor ve hayır canım yanılıyorsunuz demek istiyorum. Özünüze dönün, ne olur! MVP: Ben Sinclair (The Guy)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
FRESH OFF THE BOAT (5. Sezon)
Çok sevdiğim network komedilerinin yılda 22 bölüm çıkarmaya çalıştıkları için malzemelerini kısa sürede tüketmesine alışığım aslında. Ama özellikle Modern Family ve Mom gibi örnekler gözümüzün önünde dururken potansiyel barındıran diğer yapımlardan da benzer bir performans beklemiyor değilim. Ne acıdır ki Fresh Off the Boat zirveye pek yaklaşamadı bu sezon. Bize Constance Wu gibi eşsiz bir yeteneği bahşetmesi sebebiyle her daim müteşekkir olacağım yapım Huang ailesinin monotonlaşan maceralarında kaybetti biraz kendini. Oyuncuların bile yüzde yüzünü vermediğini ve alacağı paraya baktığını düşünmeye başlıyorum artık. Hayır bir de bunlar 20 dakika için ter döküyor. Bizde 30-35 hafta boyunca 90 dakikalık dizi çekenlerin hâlini siz düşünün. Neyse, herkesin derdi kendine diyelim ve Fresh Off the Boat’u tamamen bırakacağımız günü beklemeye koyulalım biz. MVP: Randall Park (Louis Huang)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
BROAD CITY (5. Sezon)
Bir veda daha… Skeç komedisinin 2010lar’ın başında yeniden doğuşu ve erkek egemen komedi sektörünün nihayet eşitlik sağlama amaçlı girişimleri arasında ekrana gelen Broad City de ekran yolculuğunu tamamladı. Hem de geçtiğimiz sene ağzımızda kalan acı tadı tamamen yok ederek. Bundan sonraki süreçte Ilana Glazer ve Abbi Jacobson ne tür projelere yönelir bilemiyorum ama bu sınır tanımayan, cesur, feminist, buram buram New York kokulu seriye tanıklık edebildiğimiz için ben epey mutluyum. Son yıla da her zamanki gibi kağıt üzerinde inanılmaz absürt duran fikirleri iki karakterinin cazibesiyle şenlendirerek imza gibi bölümler kondurmuşlar. Şimdi izninizle Hillary Clinton’ı herkesin dilinde iken konuk edebilmiş, Shania Twain’e yoga yaptırmış, Blake Griffin’i bir güzel soymuş diziye saygı duruşunda bulunmak istiyorum. I shit, I shit, I shiiiiit… MVP: Ilana Glazer (Ilana)
[one_third][/one_third]
[two_third_last][/two_third_last]
SMILF (2. Sezon)
Setinde gerçekleşen tatsız olaylar sebebiyle geçtiğimiz seneki kadar coşkuyla karşılanmayan SMILF de kendi hâlinde yoluna devam ediyor. Showtime’ın daha ölçülü bir Starz olma (kaliteli soft porno?) yolunda emin adımlarla ilerleyişine diyecek bir şey yok. Ama hikâye anlatıcılarına özgürlük verince biraz tadını kaçırıyorlarmış gibi hissediyorum ben. SMILF’te de aynı durum söz konusu. Gerçi bu sefer ana karakterinin hayatındaki en büyük soru işaretine cevap almak için yollara düşmesine tanıklık ettik ancak sezonun kalanındaki fantezileri o kadar kişiseldi ki Frankie Shaw haricinde herhangi birinin diziyi izlerken keyif alabildiğini zannetmiyorum. Tabii bunun geleneksel bir komedi olmadığı gerçeği de var. Fakat soru şu: Anlattıkların neden umurumuzda olmalı? MVP: Raven Goodwin (Eliza)