Pride Boy

#PrideBoy: Stranger by the Lake

Yayınlandı

on

L’Inconnu du lac | Yönetmen: Alain Guiraudie | Oyuncular: Pierre Deladonchamps, Christophe Paou, Patrick d’Assumçao, Jérôme Chappatte, Mathieu Vervisch | Senaryo: Alain Guiraudie | 100 dakika | Drama, Gerilim, Romantik

Tatlı suyun kendine has kokusu ve esip gelen rüzgârın yamacındaki minik ormanlık araziden yükselip kulağa çalınan hışırtısıyla Stranger by the Lake, Türkçe’ye çevirme hadsizliğinde bulunmayacağım bir “cruising” bölgesini mesken ediyor kendine. Kendime dair gerçekleri anlamsız bir homofobiyle inkâr ettiğim zaman aralığında fazlasıyla erotik bularak elimin tersiyle bir kenara ittiğim Alain Guiraudie harikası, açık havada klostrofobinin tadına baktıran kelli felli bir gerilim özünde. Gerçekten kaçış rutinini göl kenarında tanıştığı vücutlarla gideren bir grup eşcinselin salt spor ayakkabılarla icra ettiği seks farklı formlarda çalıların arasında vuku bulurken, esas karakterimiz tesirinden kurtulamadığı bir başka nüdist kumsal sakini tarafından işlenmiş cinayete tanıklık edince film dürtülerin sadece testosteron bazlı olanına ilgi duymadığını açık ediyor. Minimuma indirgenmiş, tıpkı hayatta olduğu gibi sadece sessizliği bozmak amacıyla kullanılan diyaloglar eşliğinde doğadaki en vahşi hayvan olarak tanımlanabilecek insan evladının acımasızlığı ve bencilliğine kafa yoran, ince ayrıntılara saklanmış bir hikâye örülüyor. En nihayetinde sakinleri için herhangi bir sorguya maruz kalmadan, anonim yakınlaşmalar için öğleden sonrasının terk etmeye yüz tutmuş güneşiyle bir sığınak yaratan göl, kumsal ve arazinin bütünü kırıp parçalayarak arkamızda bıraktığımız her türlü ilişkinin çöplüğüne dönüşüyor. Sevişmek için yer ararken kenara itilen bütün ambalaj ve prezervatif atıkları da varoluş sebebimizle soğuk yüzleşmelerimizin alegorisinde minik kalıntılar olarak işlev görüyor. Yalnız Stranger by the Lake’le olan münasebetime cila çektiğim bu ikinci seyrimde beyazperdede paralanmamış bir habitata giriyor olmasına karşın meselenin iki voyeur hovardalığından çok daha fazlası olduğuna kanaat ettim, ki bu da en büyük kazanımım bana sorarsanız. Çekim alanına gireni yakan, “ulaşılması zor” Michel ve teslim olmayı baştan kabul eden Franck’ın tensel ilintisi, küçücük mayoya kadar üzerindeki her şeyi atarken hislerinin de en primitif olduğu forma kavuşan Havva evladının içgüdülerini afişe ediyor. Guiraudie, iki eşcinselin nasıl seviştiğine olan hâkimiyetini de bir koz niyetine cebine koyup ter ve meni değiş tokuşundan sebep erotik, ancak seksi allayıp pullamayan bir manzaraya da odaklanmış ayrıca. Dilediğimiz şeylere gözümüzü yumduğumuz benmerkezciliğe mutlak ziyaretimizde tüm sevişgen hatıralar birer araç, nihai olana çıkan yolda oyalanma diyor. Bir de finaldeki mecburiyet haykırışı var ki, fazlasıyla karmaşık yaratıklar olduğumuzun daha iyi altını çizebilecek basitlikteki servisiyle arşa değdiriyor başımızı. Duygusal ritiminde Hitchcock filmlerini aratmayan bir yalınlık benimsemesi, arabaların park ettiği yokuştan daha ilerisine göz ucuyla bile bakmayan kapalı çevre disipliniyle direnmesi imkansız bir girdaba davet ediyor özetle Stranger by the Lake izleyicisini. İçinden şahsınıza hitap edeni bulmak, her biri genleriyle kutsanmış adamların tatlı su tanecikleriyle ışıldayan bedenleri arasından meseleyi yontmak kanaatinize kalmış… Bir de ufak bir not düşeyim arsız üslubuma geri dönerek; yahu o dedektifin oyunculuğunu nasıl açıklayacağız? Acaba yönetmen, bir kumar masasında yenildi de bu aktöre mi borçlandı? Aktör dedim diye de çarpılmam umarım.
Fesat Mukayese: Stranger by the Lake > Rope

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version