Pride Boy

#PrideBoy: Victim

Yayınlandı

on

Yönetmen: Basil Dearden | Oyuncular: Dirk Bogarde, Sylvia Syms, Dennis Price, Nigel Stock, Peter McEnery, Donald Churchill, Anthony Nicholls, Hilton Edwards, Norman Bird, Derren Nesbitt, Alan MacNaughtan, Noel Howlett, Charles Lloyd-Pack, John Barrie, John Cairney | Senaryo: Janet Green, John McCormick | 90 dakika | Drama

Öncelikle Yan Odadan Filmler’in beni ihya ettiğini bir kez daha hatırlatarak katılan herkese teşekkürlerimi sunabilir miyim? Bakıyorum, bütün elzem filmleri yarışma dahilinde tüketmişim ve sıramı savdıklarımın bulunduğu havuz oldukça derin. Neyse bunun için ayrı bir yazı ayırıp etraflıca fikir beyan ederim hiç olmadı, biz mübarek pride ayının BFI damgalı filmlerine dönelim… Bugünün konuğu 1961 tarihli Victim. Pire berber deve tellal iken çekilmiş bu Birleşik Krallık üretimi yapım altmışların ikinci yarısına kadar varlığını sürdüren cinsel suçlar yasası üzerinden sosyal eşitsizliğin LGBTQ+ kanadına göz atıyor. Toplumun farklı kesimlerinden bir takım eşcinsel erkek o günün koşullarında gizlice hayatını devam ettirir iken ortaya çıkan bir şantajcı sebebiyle huzurun yerini tarifi mümkün olmayan bir tedirginlik hâli alıyor. Her daim bulunduğu coğrafyanın sinemasına aykırı işler çıkarmış Basil Dearden’ın yönetiminde seyirciyle buluşan hikâyenin en büyük marifeti insan oğluna mahsus ikiyüzlülüğün geniş çaplı bir tahlilini çıkarması. Doğuştan heteronormatif kalabalığın içerisinde, eşcinsellerin dönemin koşulları sebebiyle hep karanlıkta kalmış hayatından nemalanan ancak çıkarları ile düşünce biçimi uyuşmayan bireylerden tutun hiçbir zaman insiyatiflerine bırakılmamış doğru / yanlış mukayesesinde boğulup içten içe dünyayı zehirleyenlere kadar bolca manzara var. Acı olan tarafı, yasaların üçüncü dünya ülkelerine kadar eşitlikte belli bir nebzeye gelmiş olmasına karşın bu küçük zihinlerin hâlâ aramızda kol gezdirmesi. Ve Victim de biraz bununla boğuşuyor zaten. Hoşgörü kisvesi altında kendini belli bir mevkiye atamışların ipliğini pazara çıkarıyor. Yalnız varlığını tamamen bu gözle görülmeyen nefrete de adadığı sanılmasın. Eşcinsel kimliğe sahip olanları anlamak için gösterdiği gayretin yanına iyi bir polisiye gerilim öyküsü de kondurulmuş. Ana karakterin kim olduğunu çözemez, film sürekli birbirine pas veren oyuncularla dolup taşarken bu nefretten beslenen faili meçhul tehditlerin peşine düşüyoruz hep birlikte. Bu bağlamda Victim’in başarısız bir film olduğunu iddia etmek mümkün değil. Meselesi gayet açık ve net, üstelik hikâye anlatma sanatının hangi inceliklerinden yararlanmak istediğinin de gayet bilincinde bir virtüöz tarafından kameraya alınmış. Ancak uzunca bir süre kuyruğunu kovaladığını ve farklı mizansenlere birbirinden ayırmakta güçlük çektiğimiz temaları sakladığını da görmezden gelemiyorum. Bu sebeple düşündüğü kadar güçlü bir film olduğuna kanaat edemiyorum işte. Dearden etrafında olup bitene tepeden bakmamak için üstün bir çaba gösterse de çok içine giremiyor sanki eşi benzeri bulunmayan bu adaletsizliğin. Yasaların kendi olmalarına izin vermediği, düpedüz psikolojik rahatsızlık imasında bulunduğu kimlikleri kucakladığı kadar tanımıyor yani. O yüzden de bir noktadan itibaren dümdüz bir polisiye olma tercihini doğal karşılıyorum. Fakat potansiyelinin de bilinciyle biraz filmden koparıyor seyircisini. Tabii müşkülpesentlik karşıtı yaradılışımda LGBTQ+ sinema literatürüne girmiş Victim’i de olduğu gibi kabullenmezsem bana yakışmaz.Sadece umuyorum bir gün esin kaynağı olduğu ana akım bir türevi çıkar da daha beter canını okur homofobik zihinlerin.
Not: Fesat mukayese bölümünden vazgeçmeme ramak kaldı, biline.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version