Yönetmen: Sidney Lumet | Oyuncular: Al Pacino, John Cazale, James Broderick, Lance Henriksen, Chris Sarandon, Penelope Allen, Sully Boyar, Susan Peretz, Carol Kane, Beulah Garrick, Sandra Kazan, Estelle Omens, Marcia Jean Kurtz, Amy Levitt, Gary Springer, John Marriott, Philip Charles MacKenzie | Senaryo: Frank Pierson (uyarlama), P.F. Kluge, Thomas Moore (makale) | 125 dakika | Drama, Biyografi, Suç
Seçim heyecanıyla birkaç günlük ara verdiğim Pride Boy bölümü için tekrardan klavye başına oturdum. Artık günde ikişer, üçer yazı yazarak tamamlamaya çalışacağım BFI ürünü Tüm Zamanların En İyi 30 LGBTQ+ Filmi listesini ay bitmeden ama uzatma yaparsak da dükkan kira, pride bizim zaten. Hakkında fikir beyan etmemi sizlerin yerine bizzat kendim hadsizlik olarak gördüğüm Dog Day Afternoon’la dönüyoruz rotamıza. Dışarıdan kuir bir film izlenimi vermeyen bu Sidney Lumet başyapıtının merkezinde New York’u oksijen belleyip ciğerlerine çekmiş bir soygun hikâyesi var. İltica için yurt dışında bir yer seçmesi istendiğinde Ohio’nun ismini veren Sal ve transseksüel metresinin ameliyat masraflarını karşılamak için bu maceraya kalkışan, günün kahramanı Sonny daha bankaya adımlarını attıkları anda suç ortaklarından birinin vazgeçmesiyle aksilikler dominosunu devirmeye başlıyor. Geçtiği şehir haricinde yetmişlerin ABD’sine has devlet – halk arasındaki çatışmadan, ırk ve cinsiyet parametrelerine bağlı total huzursuzluktan beslenen filmin Al Pacino ve John Cazale gibi iki deneyimi aktöre mühim rolleri teslim etmiş olması büyük şans. Ancak asıl marifeti neredeyse absürt, eylemleri gereği sevmememiz buyurulan karakterlerini azınlığın sesi belleyip “bizden” olduğunu kabul etmemiz için çaba sarf etmesi ve oldukça da başarılı olması bu konuda. Öyle ki büyük bir trajedinin arkasına saklanmış hazırlıksız soygunun komediye göz kırpmaktaki çıkıntılıkları bile sırıtmıyor kontekstin içerisinde. Janr sinemasının, Sidney Lumet’nin niceleriyle önünü açtığı politik “yetişkin” filmleri alt türünün tarihinde önemli bir yeri olduğu kesin. Ancak burada ters giden olaylar zinciri, vurgun, sosyal adaletsizlik gibi anahtar kelimelerin de dışına taşarak biseksüel (ya da toplum baskısıyla kendini hetero bir evliliğe mahkum etmiş de olabilir) ana karakterinin varlığı başka bir kademeye taşıyor Dog Day Afternoon’u. Boşa harcanmış tek bir nefes dahi bulamayacağınız senaryosunda Sonny’e böyle etli bir materyal vererek öyküsünü güçlendirmesi tamamen uyarlandığı gerçek olayın içeriğiyle alakalı biliyorum; ama kesip biçilerek ikincilleştirilebilecekken neredeyse 15 dakikayı bulan bir telefon konuşmasıyla iyice dallandırdığı aşkın Sonny üzerine kurduğu incelikle çalışmayı daha da değerli kıldığı kesin. Belki olayın özü araştırıldığında sevdalanıp nikah kıydığı ikinci kadının fiziksel özelliklerinden doğduğu cinsiyeti çoktan gerisinde bıraktığı ve filmdeki Leon’un epey maskülen kaldığı söylenebilir. Ancak 40 sene sonrasında hâlâ heteroseksüellere eşcinsel rolleri üstlendikleri için ödüller dağıtılırken, 1975’te Chris Sarandon o imaja uymadı diye laf söylemek pek olmaz. Dolayısıyla hadsizliğimi burada sonlandırıp klasikler, kültler, toz kondurulmazlar (ya da adını her ne koymak istiyorsanız) listesindeki yerine geri bırakıyorum Dog Day Afternoon’u. Aklımda Al Pacino’nun bir zamanlar büyük jestlerin içerisine sığdırdığı ekonomik oyununa da selamımız olsun. Şu aralar kariyeri durmadan çığlık attığı televizyon filmleriyle dolduğu için nasıl da hasret kalmışız yetmişlerin taçsız prensine. Sahi ya, Jack Nicholson’a da hiç ukalalık etmeden, One Flew Over the Cuckoo’s Nest ile aldığı Oscar’ı ben kendi hayal âlemimde Pacino’ya yazsam ne olur ki sanki?
Ben Jack Nicholson’in ödülü onda kalsın isterim. Yetmişlerde karakter oyunculuğunu şova dökmeden yapan Nicholson’a ayrı hayranım. Bu arada Pacino ve Nicholson 1973, 1974 ve 1975’te beraber aday olmuşlardı ve 1975’te nihayet Nicholson kazandı.
Metin
25 Haziran 2019 at 16:31
Ben Jack Nicholson’in ödülü onda kalsın isterim. Yetmişlerde karakter oyunculuğunu şova dökmeden yapan Nicholson’a ayrı hayranım. Bu arada Pacino ve Nicholson 1973, 1974 ve 1975’te beraber aday olmuşlardı ve 1975’te nihayet Nicholson kazandı.