Yönetmen & Senaryo: Pedro Almodóvar | Oyuncular: Cecilia Roth, Marisa Paredes, Antonia San Juan, Penélope Cruz, Candela Peña, Rosa Maria Sardà, Fernando Fernán Gómez, Eloy Azorin, Toni Cantó | 101 dakika | Drama
Konuyla alakalı beyanlarımı sosyal medyada yaptım ama bir de buraya sıkıştırayım: Küçük yaşta izleyip beğendiğim çoğu filmi karta kaçınca tekrar ziyaret edişlerim hep hüsranla sonuçlanıyor. Yolu zamanında Kamera Arkası bölümünden geçmiş Pedro Almodóvar’ın sevmelere doyulamayan All About My Mother’ında da bir istisna olmadı ne yazık ki. Sinir krizinin eşiğindeki kadınların akıyla karasını aynı kareye sıkıştırarak güçlü figür koleksiyonu yaptığı filmografisinde bu yapımın ayrı bir yeri var. Çünkü denizaşırı başarılarının fitili orijinal adı Todo sobre mi madre olan bu filmle ateşlenmiş. Sonu gelmeyen eşitsizliğe meydan okumasını fahişe düşürüp, hayat kadınını aristokrat önünde sahneye çıkararak yapan Almodóvar’a dair bütün temel özelliklerden prototipler bulunduran bir çorba gibi zaten All About My Mother’ın bütünü. Kariyerinin çoğu zaman Akademi’den Yabancı Dilde En İyi Film ödülünü koparmış bu filmle tanımlanmasına şaşırmamak lazım bu yüzden. Ancak benim perspektifimde her şey göründüğü kadar güllük gülistanlık değil. Hayatında ters giden her şeye rağmen üzerine titreyen bir anne ile büyümüş eşcinsel çocuklar teması biliyorsunuz ki irili ufaklı yer buluyor İspanyol ustamızın sinemasında. Burada da açılışı bu anlatı üzerinden, All About Eve ve A Streetcar Named Desire gibi doğası kuir klasiklere göz kırparak yapıyor. Sonrasında ani bir ölüm, bu ölümün arkasından gelen ifşa, acıyla baş etme sürecinin güçlü anneye özel yorumu ve tabii o yasın sebep olduğu dostluklardan bir buket var. Sıkıntı da tam olarak bu keşmekeşin içerisinde ama. Anlatacak bir sürü öyküsü, hayatına dokunmak istediği tonlarca insan bulunan Almodóvar bütün renkleri kucaklamak isterken kendi içerisinde bir tutarlılık sahibi olması gereken dünyasını başıboş bırakmış. Trajedi üstüne trajedi, melodram üstüne melodram, acısı, kahkahası, sinir krizi, keyfe kederliği derken zikzak dokuyoruz tezatların arasında. Mizansenler hâlinde ele alındığında bile o kadar yorucu bir yolculuk ki bu seyirci için, bir pembe diziden farkını anlamak için üstün bir çaba sarf etmek gerekiyor. Hikâyenin değeri LGBTQ+ içerisindeki birden fazla renge itinayla dokunmasında saklı. Ama sinemada esas biraz da ölçüyü ayarlamak değil midir? Ben filmi izliyor iken bir karakterin motivasyonuna ve hatta çoğu zaman varlığına dair gerçekten de anlatı için mi burada olması gerekiyor, yoksa alışılmadık olmak adına yeni bir köşe mi ekliyor sorusunu soruyorsam ne anlamı kalır ki tüm bu curcunanın? Burada da mesele Almodóvar’ın diğer eserlerine uzanıyor galiba. Öyle bir yaşa gelmişim ki iki cümlenin hatırına gıkını çıkarmayan beğenilerim yeni bir forma bürünmüş. Bu da hep değerli bildiğim, bana hitap ettiğini düşündüğüm bir kariyeri gözden geçirmeye itiyor beni. Umuyorum yanılıyorumdur, All About My Mother evvelinde de favori Almodóvar filmim olmadığı gibi bundan sonrasında da kariyerinin nadide parçaları hakkındaki fikirlerime tesir etmez ağzımda bıraktığı acı tatla. Bizi biz kılan şeylerin hem iyi hem de kötü taraflarımız olduğunu, insan doğasının vahşiliğinin kişiyi özgür kıldığını iddia eden söylemlerini başka filmlerinden duymayı tercih ederim.