Pride Boy

#PrideBoy: The Bitter Tears of Petra Von Kant

Yayınlandı

on

Yönetmen & Senaryo: Rainer Werner Fassbinder | Oyuncular: Margit Carstensen, Irm Hermann, Hanna Schygulla, Gisela Fackeldey, Eva Mattes, Katrin Schaake | 124 dakika | Drama, Romantik

Bildiğimden değil, minik araştırmam sonucu öğrendiğim üzere Rainer Werner Fassbinder kendi yazdığı oyunun beyazperde uyarlamasını George Cukor’un The Women isimli camp öğesi bol şenliğinden esinlenerek gerçekleştirmiş. Dolayısıyla hikâye anlatımında tıpkı klostrofobik orijini gibi tek mekanda ipleri gösterilmeyen kuklalar misali hareket ettirilen, öyküdeki tanrının varlığının mutlak surette hissedildiği farklı bir deneyim sunuyor bu meşhur klasik izleyicisine. Arkalarından gelen eşcinsel anlatıcılara bilhassa estetik anlamında esin kaynağı olmuş iki kült yapımın bir akrabalığı bulunmasına şaşmamalı. Gerçi pek geç buluştuğum Fassbinder alamet-i farikası için eşsiz methiyeler düzecek kıvamda bir hayranlığa sahip olduğumu söylemem güç. Ancak ayaklarım yerden kesilmese de, çoğu zaman sahnede işleyeni perdede kıpırdatamayan yönetmenlere kıyasla, doğal olarak kendi materyaline epey hakim yönetmenin, buradaki Ali Cengiz oyunları ilgi çekici. Pek sevdiğim Peter Greenaway sinemasıyla akrabalığı da sağolsun sanat yönetimi, makyajı, kostümü derken görsel alengirlere boğulduğumuz The Bitter Tears of Petra Von Kant’ın düşmüş ile gün görmüşü çarpıştıran düzeneği oldukça sıradan zaten. Yani en azından şu seçkinin zengin alternatiflerine kıyasla biçim haricinde bir artısı olduğunu düşünmüyorum. Burada biraz izlediklerinde kuram seven, toprağı eşelemek için yer arayan, bittikten sonra bir hafta daha o filmle yaşamayı sevenlerin amacına ulaşacağı bir serüven mevcut bana kalırsa. Değil sözcük sözcük, harf harf açıklamaya giriştiği akışı bir an olsun kaçırana sadece hayal kırıklığı hediye ediyor. Mesele daha ilk sahnede, o eksantrik kadının ağzından dökülenlerin büyüsüne kapılabilmekte. Geldik mi yine tiyatro için yazılmış materyal bıdı bıdısına? Daha geniş kitlelere ulaşabilmek amacıyla bu tarz tekstlerin sinemaya transfer edilmesiyle alakalı fikirlerim hâlâ değişmiş değil, ki yazının başında Fassbinder’ın bu konuda bir handikapa sahip olmadığını da belirttim. Ancak Petra Von Kant’ın ciğerine işlemiş teatral ile vals eden mübalağa hâli. Büyük büyük konuşuyor, büyük büyük yaşıyor, büyük büyük de parçalanıyor en nihayetinde. Dört başı mamur karakter çalışmasını bu prototipin olmazsa olmazındaki yatak, sabahlık ve tüm yüzeyi saten kumaşla kaplanmış hissiyatı veren bir hayata mahrum bırakmış olması da cabası. Bir de camp klasik olarak anılırken muhteviyatının bugüne göre salt kuru mizahtan oluşması var ki insanda seyirle alakalı bir ilgi bırakmıyor. Biz ne yapalım biliyor musunuz? Yıllandıkça öğrendiğim bir şeye başvuralım, The Bitter Tears of Petra Von Kant’i sahiplerine bağışlayalım. Tabii ki de sinema tarihindeki yerini takdir edelim, ama herkese yetecek kadar film olduğunu da hatırlayalım. Çünkü ben burada bugünün aktrislerinde görünce bile beni tamamen izlediğim şeyden koparan bir performans stili ve kameranın önüne geçse rahatlayacak bir anlatıcının varlığını hissediyorum. Azı karar, çoğu zarar hükmüyle geri çekilmek en doğrusu. Yine de sözüm olsun, birkaç Fassbinder daha deneyip kendimi eğitmeye gayret edeceğim. Belki bir U dönüşü daha yaparım.

1 Comment

  1. Metin

    1 Temmuz 2019 at 21:15

    Birkaç Fassinder denemesi için “Ali, Korku Ruhu Yer Bitirir”, “Özgürlüğün Zorbalık Hakkı”, “Maria Braunn’ın Evliliği” ve elbette yazdığı metinden François Ozon tarafından sinemalaştırılan “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları”nı önerebilirim.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version