Yazın boş bıraktığım Oscar Boy’da Pride için kendi rekorumu egale ettim etmesine ama aklımda bir sürü yazı kaldı, yoğun takvime sığdıramadığım. Bunlardan biri de HBO’da seyirci karşısına çıkan belgesel Wig idi aslında. Paris Is Burning’in bıraktığı yerden drag queenlerin evrenine giriş yapan ve seksenlerin sonlarından başlayıp bugüne doğru gelen yapım, Wigstock isminde bir festivalin kuruluşunu, arkasındaki yetenekli performans sanatçılarını, tabii bunlara bağlı olarak drag sahnesini konu alıyor. Anlatıcı konumunda sevmelere doyamadığımız Lady Bunny’nin yer aldığı Wig’in çalışma alanı tamamıyla New York. Punk’tan, kuirlikten ve tabii kör gözüm parmağına hicivden beslenen sanatçılık hâlinin otuz senenin üzerindeki devinimini incelemeye alırken hayallerin şehrini asla terk etmiyor. Öyle ki Central Park’ta küçük bir toplaşma olarak başlayıp yıllar içerisinde LGBTQ+ bireylerin senede bir aynı havayı soludukları kilit bir organizasyona dönüşen Wigstock, New York’un post 11 Eylül hâlinden de fazlasıyla etkilenmiş. Zaten yavaş yavaş geçmişini açtıktan sonra New York’un eski şen şakrak havasını kaybetmesi, Wigstock’un rafa kaldırılması ve sonra da gökkuşağının renklerini bağıra çağıra taşıyanların kutlamasını geri dönüşünü koyuyor seyircisinin önüne. Bu yaşanmışlıkların HBO gibi büyük kitlelere hitap eden bir kanalda yayınlanmış olmasını kutlayacak hâlimiz yok artık. Ama drag neredeyse ana akım olmasına karşın esasında onu popüler kültürün bir parçası olarak tutan yine eşcinseller ve heteroseksüel kadınlar. Dolayısıyla artık okyanusun diğer tarafına da RuPaul’s Drag Race gibi devasa bir platform sayesinde ulaşmış bir kültürün kutlamasını yapmak, hele ki bir zamanlar drag kendi klanımız içerisinde bile “düşük” bir sanat eylemi olarak muamele görmüş iken, fazlasıyla değerli. Ancak Wig’in esas mücadeleye katkısı haricinde de yaptığı çok önemli bir şey var: Drag queenlerin Drag Race haricinde de var olduğunu dünyaya ispat etmek. Programın yaş ortalaması değiştikçe, bazen haddinden fazla anlam yüklediğimiz realite şovun bünyesindeki karakterlerin kimliği de bugüne ayak uydurdu. Kadroda güzelliğine güvenenlerin dışlandığı sezonlardan yalnızca iyi giyinen ve iyi gözükenin, performansından bağımsız, kutsandığı bir evreye geldik. Zamana direnmenin anlamı yok tabii. O gün neye ihtiyaç duyulup yapıldıysa, bugün de yine taleplere hizmet ediliyor. Tabii ben yine de drag’in ne olduğunu hatırlatmak konusunda ısrarcı ve hatta bir nebze de olsu Drag Race’in yarattığı uğultuya göz deviren yaramazlığını çok sevdim Wig’in. Sadece kendi küçük dünyalarımızdaki değil, etrafımızdaki herkesin dünyasında olup bitene saygı göstermeyi öğrendiğimiz bu zaman aralığında kimsenin kalbini kırmadan fikirlerini ifade ediyor olması, sıradan anlatım üslubunu ve aşırıya kaçtığı müzik kullanımını da gölgeleyerek bardağın dolu tarafından baktırmayı sağlıyor. Not: Bundan böyle nerede yayınlandığı fark etmeksizin belgeselleri hep film kısmında değerlendirmeye sokma kararı aldım. Sene sonunda Leaving Neverland, Wig ve türevlerini Oscar Boy/Readers’ Choice Film Ödülleri kuşağında görürseniz şaşırmayın. Yani… The following program contains scenes of rigga morris, stunts and squirpin’ birds intended for adult audiences.