Yaratıcı: Jenji Kohan (uyarlama), Piper Kerman (anı) | Oyuncular: Taylor Schilling, Natasha Lyonne, Uzo Aduba, Danielle Brooks, Jackie Cruz, Laura Gómez, Selenis Leyva, Taryn Manning, Adrienne C. Moore, Matt Peters, Jessica Pimentel, Dascha Polanco, Alysia Reiner, Elizabeth Rodriguez, Nick Sandow, Dale Soules, Yael Stone, Kate Mulgrew, Laura Prepon, Susan Heyward, Alysia Joy Powell, Laverne Cox, Diana Guerrero | 60 dakika | Netflix
Streaming servisi adını verdiğimiz birbirinden şahane platformların orijinal içerik üretme hevesinin en başına giderseniz ilk olarak Netflix çatısı altında seyirci karşısına çıkmış Orange Is the New Black’in adını göreceksiniz. Esasında kronolojik sıralamada House of Cards, Lilyhammer ve adını hatırlayamadığım bir başka yapım Jenji Kohan’in uyarlamasından önde geliyor ancak tek bir isime güvenilerek ya da birilerinden ihraç edilmeden meydana çıktığı için daha değerli sanki. Ve acı da olsa, 2019/20 televizyon sezonu dahilinde inceleyeceğimiz yedinci sezonuyla zamanın ruhunu yakalamak konusunda hiçbir zaman sıkıntı çekmemiş kasting harikası, beklenen büyük vedasını gerçekleştirmiş bulunmakta. İşin güzel tarafı ise, belli bir kitleye ulaşmış yapımların perdeyi indirirken düştüğü o çukurdan fersah fersah uzakta, en iyi bildiğini yaparak sadık izleyicisini gözyaşlarına boğacak bir final emanet etmiş izleyicisine Orange Is the New Black. Özellikle ekrandaki (internetteki) macerasının ortalarına doğru fazla karakter sayısı sebebiyle, yola çıktığı “karakter çalışması” motivasyonunu kaybeden yapım, nasıl olsa her şey sona eriyor diyerek kısa kesmektense yedinci serisine de yeni yüzler ilave etmekten çekinmeyerek her boşluğu doldurduğu ve yine Amerika’nın bugününe dair sorunları bilinçli bir şekilde senaryosuna yedirdiği muazzam bir sezon çıkarmış. Bugüne kadar sosyal adaletsizliğe, hapisanelerin bireyleri topluma geri kazandırmaktan çok bir ticarethane gibi işletildiğine, ırkçılığa, homofobiye, cinsiyetçiliğe, fakirliğe, uyuşturucunun dağıtım ve kullanım problemlerine, hatta kürtaj tartışmasına (Neden tartışıyorsak…) dikkat çeken dizi haklı veryansınlarına Trump yönetimi sebebiyle fazla mesai yapan ICE isimli kuruluşu da eklemiş. ABD Göçmenlik ve Gümrük Bürosu’nun Beyaz Saray ile içli dışlı hâllerinin yükselen sağdan ve tekrardan su yüzüne çıkan örgütlü faşizmden cesaret aldığının bilinciyle sorunlara olan kızgınlığını getirmek yerine, lafı dolandırmadan çıplak bir şekilde tüm bu sürecin karanlık yüzünü ortaya seriyor Kohan ile ekibi. Haricinde esas kızımız Piper üzerinden de tutukluluk sonrası mahkumun dışarıdaki hayata kazandırılması ve tekrardan ayakları üzerinde durmak için toplum tarafından göstermek zorunda bırakıldığı mecburiyetin peşine düşmüş. Üstelik madalyonun iki yüzünü de bilelim diye, Black Cindy’nin geçtiğimiz sezon gelen tahliye kararıyla bir katman daha ekliyor bu perspektife. Yalnız tüm özel başlıklardan ayırarak konuşmak gerekirse, böylesine büyük bir popülasyon ile uğraşmalarına rağmen ekranda gösterdikleri kadınların bugüne ve yarınına o kadar hakimler ki tek bir kararı bile sorgulayamıyoruz yedinci sezonda. Bilhassa artık ailemiz olmuş kemik ekibe üç yetmez diyerek birkaç boyut daha ekleyerek iyice ete kemiğe büründürdükleri bu ayrılık busesi, Poussey’e veda ettiğimiz sezonla birlikte ilk günlerine geri dönen diziyi de gider ayak tazelemiş âdeta. O yüzden hiç şikayetsiz, finaldeki selamlaşmalara döktüğüm gözyaşlarıyla ben de uğurluyorum Piper’ı, Taystee’yi, Red’i, Pennsatucky’i, Crazy Eyes’ı, Nicky’i, Gloria’yı, Lorna’yı ve daha nicelerini. Büyük bir kısmı kurgudan ibaret kadınları gerçek kılmış tüm oyuncularına da selamlarımı sunup altın çağın unutulmazları arasına altın harflerle kazıyorum Orange Is the New Black’i. MVP: Tek bir kişiyi seçebileceğimi hiç zannetmiyorum. Taylor Schilling’in en iyi sezonuydu. Danielle Brooks yine muazzamdı. Susan Heyward, Alysia Joy Powell muazzam keşifler. Daha da devam ederim, ama abartmayacağım.