Yaratıcı: Bruce Miller (uyarlama), Margaret Atwood (roman) | Oyuncular: Elisabeth Moss, Joseph Fiennes, Yvonne Strahovski, Alexis Bledel, Madeline Brewer, Ann Dowd, O.T. Fagbenle, Max Minghella, Samira Wiley, Amanda Brugel, Bradley Whitford | 60 dakika | Hulu
Sağın bir kez daha başa geçtiği yeni dünya düzeninde kurtarıcımız, mesihimiz, isyan çığlığımız olarak işlev gören The Handmaid’s Tale o kadar kısa bir süre içerisinde kendi parodisine dönüştü ki, acaba başladığımız noktada hepimiz etrafımızda olup bitene fazla sinirliydik de göremedik mi bu yapımın bayağılıklarını diyorum. Bütünüyle Elisabeth Moss’un kameraya bakarak “Hayır” kelimesi öğretilmemiş şımarık bir çocuk gibi burnundan soluduğu kötü bir müsamere kılığına giren yapım, üçüncü sezonuyla iyice yüzümüzü kızarttı. Yayın hayatının ilk parçasında motivasyonlarını oldukça masum ve haklı bulduğum The Handmaid’s Tale, “duyar kasmak” kelimesini Türkçe’ye kazandırmış ahmaklara isyan etmemize engel olacak kadar sığ bir yerden bakıyor artık evrene. Peki sorun nerede? Bruce Miller’ın başını çektiği senaryo odasından ne eksildi bu kadar kısa sürede? Mesele birazcık “kısa” diye kestirip attığımız zaman aralığıyla alakalı bana sorarsanız. Margaret Atwood’un ölümsüz eserinden (Aşk-ı Memnu introsuna selam olsun!) uyarlanan yapımın yaratım süreciyle bugün arasında sadece üç-dört yıl var. Ancak öyle bir çağ atladı ki hem dilimiz hem de bu faşist, seksist, homofobik ve kendisiyle ilgili bütün özgüvensizliklerini başkalarından nefret ederek çıkaran insan müsveddelerine yaklaşımımız, The Handmaid’s Tale’ın baktığı pencere demode kalıdı. Start aldığı yerin çağın ötesinde olmasına karşın devamında bir adım dahi ileri gidemediği için şimdi taslağı asırlar önce yazılmış bir saçmalığı izliyoruz zorla. İşin kötüsü, henüz potansiyelini kaybetmiş değil. Dolayısıyla istemsizce tutunduk bekliyoruz bu kör kör gözüm parmağına enkazın silkinmesini. Moss ve bu sezonla birlikte iyiden iyiye kameraya oynayan oyuncular seyir zevkini azaltmak adına üstün çabalar sarf ederken dünü bir türlü aşamadık ne yazık ki. Sanki yaş ortalaması altmışın üzerinde olan, beş sene öncesinin Akademisi tarafından ödüllendirilmek için çabalıyorlar gibi. Her cümle büyük, her servis ihtişamlı, her jest maksimumda. Bunlara ilaveten dizinin ana karakteri June’un evrimini yeteri kadar iyi anlatamadığı inancındayım ben. Filmin nerede koptuğundan ben de emin değilim, o yüzden işaret edip suçlayamıyorum herhangi bir olay örgüsünü. Paçayı kurtarmasını istediğimiz Gilead’te kendini kelepçelemeye razı gelip kahramanlık turuna çıkmasından bütün ahali olarak yorulduk, ondan eminim en azından. Özetle tekerrür hâlindeki bayat dilini ve perspektifini acilen bugünün iklimine asimile etmesi gerek desem yeterli gelecektir. Aksi takdirde tıpkı henüz İslamofobi liberallerin literatürüne girmiş bir olgu değil iken çok tutmuş ilk sezonuyla sükse yapan Homeland gibi yayın hayatı bitmeden gözden düşecek, benden söylemesi.
İlk sezon, ağırdan alıyorlar ama sıkmıyor dedim, 2. sezon ya sabır dedim, 3. sezon 3. bölümde -spoiler- hala Waterfordların arasını yapmaya çalışınca -spoiler- hadi lan oradan dedim. Bu kadar ağırdan almak seyirciye hakarettir. İsyan mıdır, savaş mıdır, niye başlamıyor, neyi uzatıyorsun? Yapımcıların gelir kapısını mı?
Thursday
26 Ağustos 2019 at 12:57
İlk sezon, ağırdan alıyorlar ama sıkmıyor dedim, 2. sezon ya sabır dedim, 3. sezon 3. bölümde -spoiler- hala Waterfordların arasını yapmaya çalışınca -spoiler- hadi lan oradan dedim. Bu kadar ağırdan almak seyirciye hakarettir. İsyan mıdır, savaş mıdır, niye başlamıyor, neyi uzatıyorsun? Yapımcıların gelir kapısını mı?