Yönetmen: Steven Soderbergh | Oyuncular: Meryl Streep, Gary Oldman, Antonio Banderas, Sharon Stone, David Schwimmer, Matthias Schoenaerts, Jeffrey Wright, Will Forte, Chris Parnell, James Cromwell, Melissa Rauch, Larry Wilmore, Robert Patrick, Rosalind Chao, Nikki Amuka-Bird | Senaryo: Scott Z. Burns (uyarlama), Jake Bernstein (kitap) | 95 dakika | Komedi, Drama, Suç
2000’lerin başından beri birkaç istisna haricinde göz yoran oyunculuğun kitabını yazmış Meryl Streep, Rami Malek ve Gary Oldman’ın göz kanatan performanslarına ödüller yağdırmış bir kurum tarafından adaylıklara boğuluyor iken “yaşayan en iyi” vasfını ne kadar hak ediyor sorusuna cevabımı artık az çok biliyorsunuz. Ama bu göz devirmelerle süslediğim mesafeli ilişkimin hadsiz değerlendirmelerimde pek bir etkisi olmadı bugüne kadar. Tarafsız bir şekilde bağrıma bastıklarım da olmuyor değil. Neyse konumuz tam olarak bu değil. The Laundromat’in sorunlarının sonuncusu sayılır barındırdığı korkunç Meryl Streep şovu zaten. Denizaşırı finans hadiseleri ile yolsuzlukta yol açan devlet adamlarının, özel sektörde pay sahibi kalın enseli kişilerin ipliğini pazara çıkarmış Panama belgeleri skandalını anlamamız için gerekli olan her şeyin üzerinden 2-3 kere geçmiş bir film The Laundromat. Eğer bir şeylere benzetecek olursak, Bilal’i bülbül eyleyen The Big Short gibi bütün meselesini “halktan” bir karaktere indirgeyerek mikrodan makroya doğru uzanıyor yolculuğu. Bu benzerlikte iki filmi ayıran temel nokta da tam olarak bu zaten. The Big Short ne kadar içeridendiyse, The Laundromat de o kadar dışarıdan bir yapım. Fillere, çimenlere oturup bakınıyor. Ortalama izleyicinin bütün bu kepazeliği kurgusal filmlerden öğrenmesine pek karşıyım esasında. Bir taraftan da oturup neymiş bu Panama belgeleri diyerek bir belgesele şans vermeyeceklerinin bilinciyle, filmin yapılmasının ardındaki motivasyonu haklı buluyorum ister istemez. Ancak sinemaya ara verdiği dönemde bütün yetileri ellere karışan Steven Soderbergh öyle derin bir absürtlükler denizinde yüzüyor ki, bir şekilde adını temize çıkarmak imkansızlaşıyor. Burada tuttuğumda elimde kalan şeylerin bütünü bir anlatıcı olarak yaptığı tercihlerle alakalı olduğundan bütün suçu da gemisi daha ilk anında su almaya başlayan Soderbergh’e yığmak zorunda kalıyorum. Çünkü vergi kaçakçılığına dair dökümanların hiçbir şey değişmemiş gibi oturdukları koltuklarda hayatlarını sürdüren kimselere ucu değse de ardına bakmadan ekrana taşımış. Sadece bu cesareti yeterli gelmemiş işte. Gary Oldman’ın oyunculuk tercihleri, hikâye anlatma sanatının bütün zerafetini yerle yeksan eden bitirme projesi kurgusu, finalindeki devasa turnusol… Hadi bunlardan geçtim, beyaz bir aktrise, her şeye bu kadar dikkat ettiğimiz bir zaman aralığında iken, prostetik burun takıp bir Latin’i oynatmak nedir? Latin’den esas karakterine, karakterinden Meryl Streep’e, Meryl’dan da Özgürlük Heykeli’ne dönüştüğü kör kör parmağım gözüne metaforundaki çiğlik ile fikir fabrikasının çoktan şalteri indirdiğini haber veren Soderbergh’i bundan sonra nasıl cidiye alacağız, onu da merak ediyorum ben. Kaldı ki yüzeyselliği ve etkisini siz rahat rahat uyuyorsunuz ama bu tırnakçılar gün gelecek, hepimizi tırmalayacak gibisinden bir yere bağlıyor. Yani bu mudur? 21. yüzyılın en önemli ifşasından reva görülen pakete bu Sözcü gazetesi manşetini mi koymak istiyorsunuz? Peki o zaman, ayrılalım. İmkansızı sevip sevip ağlayalım.