Yönetmen: Nadav Lapid | Oyuncular: Tom Mercier, Quentin Dolmaire, Louise Chevillotte, Uria Hayik, Olivier Loustau, Léa Drucker | Senaryo: Nadav Lapid, Haim Lapid | 123 dakika | Drama
69. Uluslararası Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ile dönen, hatta FIPRESCI tarafından da yakasına bir kurdele iliştirilen Synonyms bu prestijli zaferlerin sonrasında benim de izleme listemin merakla beklediğim parçalarından biriydi açıkçası. Belki beklentiden sebep, belki de ilişkimin pek olmadığı bir sinema dilini kullanmasındır bilinmez, ne yazık ki buluşmamız istediğim kadar olumlu sonuçlanmadı. Bir yerden başlayacak olursak… Efendim doğduğu İsrail’den, özetle hüviyetinin bağlı olduğu bayrağın temsil ettiği her şeyden ölesiye nefret eden Yoav isimli bir ana karakteri mevcut orijinal adı Synonymes olan Fransa – İsrail – Almanya ortak yapımının. Yoav’ın tek isteği mevcudiyetinin büyük bir parçasını oluşturan İsrail’den tümüyle kopmak, Paris’e yerleşmek ve tabir-i caizse Fransızlaşmak. Öyle ki filmin açılışında damdan düşer gibi iltica ettiği ülkede bütün kıyafetleri çalınıyor, soğuktan tir tir titreyerek hayallerini kurduğu hayata çırılçıplak bir şekilde kapı kapı dolaşarak kıyafet dilenerek start alıyor. Maruz kaldığı hırsızlık vakası, Yoav’ın İsrailli olmaktan kopma arzusunun istemsiz gelişen ilk adımı olarak bile değerlendirilebilir. Ancak her Avrupa ülkesinde olduğu gibi, batının uzaktan ağzımızın sularını akıttığımız medeniyeti Yoav’ın geçmişine sırtını dönmesine asla izin vermiyor. Onlar ne kadarına izin verirse, o kadar sıyrılabiliyor kimliğinden. Bu üstüne geçirmesi için verilen kılıktan, karnını doyurmak üzere çalıştığı işlere kadar yansıyor. Kalkınmışlığın, ileri görüşlülüğün yolunun ayrıcalık sahibi olmakla birlikte gelen hadsiz kural koyuculuğa bağlı olduğunu bir kez daha görüyoruz. Synonyms teker teker çürümüş zihniyetlerin kitabını tutmuyor tabii. Ancak örgütlenmiş faşizmin o ezilip süzülmüşe kucak açıcılığı hep koşulluydu, öyle de kalacak diyor yönetmen/senarist Nadav Lapid. Buradan da kolonyalizmin çağdaş karşılığına yelken açmış oluyoruz zaten. Sömürmek sadece fiziksel bir yaptırımla, maddi kazançla mı alakalı? Hayır elbette. Mental bir savaş da var göçmen problemlerinin türeviyle boğuşan, üçüncü dünya ülkelerinden legal ya da illegal yollarla kaçıp gelenler için. Kanunlar karşısında kazandığınız haklar toplumun size nasıl davranacağının ölçütü olamıyor ne yazık ki. İşte Synonyms de istemediği ile özendiği kültürün arasına sıkıştırılmış esas oğlanın sürreal serüvenleriyle bildiklerimizi anlatıyor. Burada filmin çıkış noktası ve hatta fikirlerinin bütünü ile hiçbir sıkıntımın olmadığını belirtmem gerek. Fakat oturmaya mı geldik diyen bir aile büyüğü edasıyla metin mi okumaya geldik isyanında bulundum ben de izleyici olarak. Tonla isabetli gözlem, sen ne yaparsan yap onlar görmek istediğini görecek mesajıyla süslenerek servis edilmiş. Ama bir kere değil, beş kere değil, on kere değil, 120 dakikalık süresi boyunca durmadan, nefes almadan, tek bir es vermeden… Bir de Lapid’in kasıtlı olarak filmle iletişimi zorlaştırmak için tempo problemi bol bir kurguyu tercih etmiş olmasını anlamlandırmakta güçlük çektim. Sanat kimin içindir sualine giden zincirleme reaksiyonda muhtevası ne kadar dolgun olursa olsun, bu uzlaşmaktan kaçınan üslup, parçaları birleşmemiş, öğretisi tekerrürle boğulmuş Synonyms’ü vasat kılıyor işte. İyisi mi aldığı Altın Aslan’a hayret edelim, uluslararası festivallerin ödüllü Kemalettin Tuğcu romanlarından bozma göçmen sorunlu filmlerinin arasına paslayalım. Benim evrenimde ajitasyonun gıdısından birikmiş balı kaymağı almıyor oluşu, Synonyms’ün isyanını geçerli kılmaya yetmiyor çünkü.