İzlediğim filmleri yazarak eritme köşem 4 Film 400 Kelime’de her ay bir sayı istatistiğimi bozmadım ve bundan sonra sadece büyükbaşlarla muhattap olacağımız anlı şanlı Aralık’ı henüz tükettiğim dört filmle karşılama kararı aldım. Menümüzde iki animasyon ve iki “olmasa da olur” film mevcut. Beğenmeyenleri küçük oğluna başka kısmetler aramak üzere komşuya yolluyor ve 2019 model Tembelin Günlüğü’ne açıyorum yelkenleri. Hadi afiyet olsun!
WHERE’D YOU GO, BERNADETTE
Richard Linklater’ın meşhur bir plaj romanından uyarladığı Where’d You Go, Bernadette ham hâliyle de pek konuşulmaya değer bir şey sunmuyordu sanki. Mimarlık kariyerini bir takım aksilikler sebebiyle askıya almış esas kadın, hayatın onu götürdüğü yola boyun eğiyor ve iyi bir eş, iyi bir anne olmaya adıyor kendini. Bir noktada özündeki çığlığı bastıramaz hâle geliyor ve kendini dünyanın diğer ucunda buluyor falan da filan… Toptan sakat, politik olarak delik deşik edilmeye layık bir hikâye. Ama bunun da ötesinde, Linklater sanki filmin tonunun ne olacağına bir türlü karar verememiş gibi. Bu plastik karakterleri tiye mi alsa, yoksa seyirciyi de aileden biri gibi mi hissettirse emin olamıyor. O Amerikanlığa dair öz tarihi önemseyen tavır da ellere karışmış. Yapmacık setlerde buz gibi bir kakafoni hâli. Blanchett’ten de uzun zamandır görmediğimiz kadar vasat bir oyun bonuslu hem de. Geçiniz…
LIGHT FROM LIGHT
Aldığı iyi eleştirilerin yüzü suyu hürmetine başına oturduğum Light from Light, ölümden sebep kederi, inanmak istedikleriyle, sevdiğiyle henüz vedasını gerçekleştiremeyenlerin saf duygularıyla dolduran o filmlerden bir diğeri. A Ghost Story’nin nemalandığı durağanlığa öykünüp azaldığı yeri bir türlü onaramayanları konu alıyor. Ancak insana dair hiçbir şeyden medet ummadan, hepi topu 45 saniyelik hadise için bir buçuk saat boyunca taş üstüne taş koymadan ilerleyememekte. Bireyin ansızın gelen kayıpla türemiş üzüntüsünü hissettirmek namına seyircisine de bir cani gibi dünyayı dar etmesi üzerinden değerlendirecek olursanız tam puan vermek mümkün. Ama şu hâlde bir film bile değil Light from Light benim için. Shane Dawson’ın paranormal videolarındaki mübalağalı hakikat bile daha somut.
ABOMINABLE
Bunu herkesin çok okuyacağı yazılarda dillendirmeyi sevmiyorum ama bazen beyaz sayılmayan film yazarları, bloggerları (ya da artık kendinizi nasıl tanımlıyorsanız o) olarak azınlık anlatılarının kusurlarına daha çok göz yumduğumuzu ve bunun da bu kişilerin gelişimini olumsuz yönde etkilediğini düşünüyorum. Haddinden fazla sevilen Abominable da tam olarak bunlardan biri. Yeti efsanesinin 21. yüzyıldaki animasyon karşılığı bugüne kadar izlediğiniz bütün Pixar, Disney ve Dreamworks üretimlerinin aynı yerde çalkalanıp önümüze atılmış soğuk bir hâli gibi. Hem tekniği, hem de öyküsünü anlatırken tercih ettiği yol en az yarım asır öncesinden emanet. Bütün yollar aile olmaya çıkarın yanına maceradan korkmayını da koyup, uyduruktan çevreci mesaj eklemiş. Bu filmi izlemek zorunda kalacak çocuklu ailelere şimdiden sabır diliyorum. Ben taş olamadım, çatladım çünkü.
BUÑUEL IN THE LABYRINTH OF THE TURTLES
Amerika’nın aksine Asya ve Avrupa’da animasyonun bir janr olarak değil, sadece bir anlatım tekniği muamelesi görmesini çok seviyorum açıkçası. Ya da sevmeye yeni yeni başladım, değerini henüz anladım diyeyim. Ancak Luis Buñuel’in üçüncü filminin prodüksiyon sürecine odaklanan bu İspanyol yapımı, entelektüel birikimi isimlerle kısıtlı kesimin sığ ihtiyaçlarına hitap etmekten başka bir misyona sahip değil. Seyircisini fosur fosur uyutma motivasyonuyla harekete geçildiğini bilsem biraz hakkını teslim edeceğim. Yalnız tarihin çok önemli bir sayfasını anlatıyormuş gibi sürekli dikkat kesilmemizi arzulayan, üstten bir tavrı mevcut. Zamanında Harvey Weinstein tarafından her yıla 5-10 adet sığdırılmış, cetvelle hatlarını çizmesi mümkün biyografileri andırması da cabası. Aman live action bir ödül sezonu aracına dönüşmesin diyor, kötü metaforlarını sahibine iade ediyorum.