Yeni dünya düzeninde zengin ile fakir arasındaki uçurumun giderek dipsizleşmesine, sosyal adaletsizliğe dur denilebilecekken birilerinin yerine yeni hayatta kalma mücadeleleri monte etmesine sessiz kalamamış Fransız asıllı Mati Diop ve ortaya Cannes’dan ödüllü, Netflix’e satılmış bir ilk film, Senegal’ın kısa listeye de kalmayı başarmış aday adayı Atlantics çıkmış. Her üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi pek gelişmiş inşaat sektöründe hor görülen, üç kuruş için ölen işçiler ile hakkını teslim edememiş güçlü, otoritesini sadece zulmetmek üzere kullanan işverenleri alıp Batı Afrika’da sınıfsal çatışmaya dair bir pencere açıyor Diop. Belgeselden bozma ilk sahnesinde pek tanıdık bir manzara görüyoruz. Ülkenin silüetine asla yakışmayan, sırf zengini daha da zengin eylemek üzere dikilmiş ucube bir bina ve emeğinin karşılığını alamayanların haklı isyanı. Devamında üstüne bir aşk hikâyesi, işçilerin kendilerine ait olanı ancak öldükten sonra alabileceğinin iması yapılan ruhları ve o coğrafyaya ait siyasetin de dinle aynı potada eritildiğini bildiği için bu konaklama hâline de bir okuma yapmamızı buyuran, insan bedenini ele geçirmiş ruhlar mevcut. İçi boşaltılmış inançlar üzerinden aynı manipülasyonu araç olarak kullanan herhangi bir ülkeye rahatça uyarlanabilecek, evrensel bir hikâyesi var özetle. Polisin bile parası olana yardım ederek güç dengesini bozduğu, kazanç arttıkça elde edilen, bireyin kendine reva gördüğü miktardaki adalet algısını resmen elekten geçirip bütün taşı toprağı fırlatıyor üstümüze Diop. İşin kötüsü o kadar aşinayız ki gördüklerimize, toz kondurmamız durumunda hunharca vatandaşlık haklarımızın elimizden alındığı canım ülkemi kıtalararası bir mercekten izliyoruz sanki. Travması beyaz perdede değil de, Netflix ekranında sadece. Salt bir politik duruştan da ibaret değil Atlantics. Bu yıl Portrait of a Lady on Fire’la birlikte kariyerinin zirvesine çıkan görüntü yönetmeni Claire Mathon’un da desteğiyle insan bedenini sevmek, sevilmek üzerinden, sanki kamerasını tene değdirerek tekrardan keşfediyor. Film toplumsal olduğu kadar öznel de bir taraftan. Zorlama bir erotizme de ihtiyaç duymadan yalnızca daha yakından bakmayı bilerek okyanus kokusu sinmiş bir rüzgârı savuruyor yüzümüze. Hislerin tenseline de tinseline de değinip öfkesini böyle böyle boşaltıyor. Çünkü Diop kızgın, daha doğrusu anlattığı insanların isyanına ses olacak kadar tedirgin. Sömürülmüşlerin, başka topraklarda hayatta kalma mücadelesi verenlerin davasına kendi kimliğini askıya alarak bakıyor. Burada aşka da, savaşa da çözümü getiren bir kurtarıcı olmayı değil, elçiliği yeğliyor. Nihayetinde ortaya çıkan, korku filmlerinden de nemalanmış, tesir alanı geniş, dört başı mamur bir drama. Belki biraz daha budasaydı diyor insan elindeki öyküyü ama haykırılması gerekenleri filtrelemek de istememiş belli ki. Sırf bu sebepten kimilerince dağınık bulunma ihtimali de mevcut, ekleyeyim. Ama ben Atlantics’i intikam için kullanmayı tercih ettiği kadınların da etkisiyle feminist harekete de bağlanınca başı tam anlamıyla arşa değmiş, 2019’un en iyilerinden biri olarak aldım. Bu akşam ne izlesek diyenlere adres belli. Hedefiniz Netflix. İleri!