Yönetmenler: Chris Buck, Jennifer Lee | Seslendirenler: Kristen Bell, Idina Menzel, Josh Gad, Jonathan Groff, Sterling K. Brown, Evan Rachel Wood, Aurora, Alfred Molina, Martha Plimpton, Jason Ritter, Rachel Matthews, Jeremy Sisto, Ciaran Hinds, Hadley Gannaway, Mattea Conforti | Senaryo: Jennifer Lee, Chris Buck, Marc E. Smith, Kristen Anderson-Lopez, Robert Lopez | 103 dakika | Animasyon, Macera, Komedi
Klasik prenses ve biricik sevdiceği masalını bir kenara atıp kızkardeşler üzerinden kalpleri fetheden bir öykü anlattığı için takdir etmekten kendimizi alamadığımız Frozen, Disney’in gelmiş geçmiş en başarılı projelerinden biri oldu biliyorsunuz ki. Uluslararası pazarda Elsa kostümlerinden “Let It Go”suna kadar filmle uzaktan yakından alakası olan her şey kapış kapış satıldı ve küçük yaşlarda çocuğu olan ebeveynlerin korkulu rüyasına dönüştü ortada devam filmi yokken bile franchise olacağı belli animasyon. Pharrell’in “Happy”sinden hak ettiği Oscar’ı hunharca çalmış yapım tam beş sene sonra, serinin ikinci ayağıyla karşımızda şimdi. Yine görsel anlamda zirveye oynayan bir Disney çalışmasına, birbirinden neşeli şarkılar ve tam anlamıyla Broadway ahlakında tasarlanmış mizansenler eşlik ediyor. Frozen ekibinin bu konudaki öngörüsü, bir noktada tiyatro sahnesinde de o paralar dökülmüş efektler olmadan bunları canlandırabilir miyiz sorusu üzerine yapılan tasarının kokusu burnunuzun direğini kıracak kadar keskin. Neyse ki yine iş evlenmek, çift olmak, heteronormativite ve monogami satan bir yere çok indirgenmemiş. Söz konusu evlilik teklifi bile, kasıtlı olarak ağdalaştırılmış, durumun komik tarafını gözler önüne seren bir şarkı ile servis ediliyor. Ayrıyetten bu sefer pek beyaz atalarının günahları üzerinden, monarşi adındaki faşist ve cani oluşumun ipliğini pazara çıkarmaya kalkışmış garip bir şekilde Disney. Daha filmin açılışında, gözü açık izleyicinin fark edeceği, “bize anlatılan tarih” üzerinden bir irdeleme var. Kuzeye özgü o mistik, doğaya atanmış ruhani tarafıyla adı konmamış soykırımın hesabı kesiliyor. Mesele de tabii ki kardeşliğini kıskandığımız Elsa ve Annie üzerinden çözülecek bir yere bağlanıyor. Yine kalbi kocaman, mesajlarının tamamında pozitif olma gayretinde ve göz açıcı bir seyir çıkarmışlar ortaya kısacası. Tabii gönül, cinsel yönelimi konusunda pek muğlak davranılan Elsa’nın karşısına hemcins bir sevdalı istiyor; ancak ben en azından şimdilik yanına bir bey kondurulmamış olmamasından da memnunum. Into the Unknown’dan All Is Found’a, yıl boyunca sıklıkla ziyaret edeceğimiz, en müzikalden daha müzikal parçaları da cabası. Şikayetler kısmına geçecek olursak… İster istemez ilk filmle bir mukayese içerisine girdiğim için buradaki maceranın çıktığı yerden bitişine kadar, bütünüyle tanıdık olmasını biraz yorucu buldum açıkçası. Frozen üslubuyla çığır açarken bunu formülasyonuna da yansıtacağını iddia etmedi hiçbir zaman. Ama bu hâliyle yarım kaldı o kural tanımazlığı benim için. Ve Anna’nın tamamen bir oyunbozan, öykünün yoğurttan ak vicdanını devralmasını pek yorucu buldum açıkçası. Onun etkisiz kaldığı, yalnızca Elsa’ya odaklandığımız kısımlarda sanki ailelerimizden gizli yaramazlık yapıyormuşuz hissiyatının basmasında Anna’nın doğruculuğunun payı var buna eminim de hiç hakkını veresim gelmiyor. Özetle yakıtı henüz bitmemiş devasa bir makine var önümüzde diyelim mi? Disney biraz daha etinden sütünden yararlansa yeridir. Yolu Broadway’e düşmemiş, hayal gücü geniş, yetişkin ama çocukluğu da elinden bırakmamış kitleye Tom Hooper yerine Idina Menzel ve Kristen Bell bir süre daha hizmet etsin mümkünse.