Yaratıcı: Sarah Williams | Oyuncular: Imelda Staunton, Francesca Annis, Claudie Blakley, Russell Tovey, Lydia Leonard, Stephen Rea, David Bamber, Karan Gill, Mia Lloyd, Sharon Small, Keir Charles, Vincent Regan, Lara Rossi, Ayden Beale, Pamela Nomvete, Clara Indrani, Stephanie Langton | 45 dakika | ITV
Looking sayesinde tanıştığımdan beri OBA Makarna sponsorluğunda ekranlarınıza gelen hayal dünyamın önemli bir parçası olmayı başarmış Russell Tovey yeni bir projede yer alır da ben izlemez miyim? Biraz Big Little Lies sularında yüzen Flesh and Blood, Olivia Colman’dan koltuğu devralacak sıradaki Crown kraliçesi Imelda Staunton’ı da barındırıyor kadrosunda. Hikâye, babalarını yeni kaybetmiş üç kardeş, bu sırada hayatı bekletmeyip kalbini başkasına açmış anneleri ve güvenip güvenmemekte kararsız kaldığımız komşuları etrafında dönüyor. Daha açılışta cinayet mi yoksa kaza mı sorusunu sordurtan bir hadisenin geliştiğini bildirip kırılma noktalarını teker teker incelemeye koyuluyor Flesh and Blood. Yetmiş yaşına merdiven dayamış anneleri âşkı, sadakati tattı diye huzursuz olan üç kardeşin de hayatı tam bir enkaz. Birisi kumarda her şeyini kaybedip eşiyle arasını bozmuş, birisi bitmek üzere olan evliliğinde kuklaya çevirdiği partnerini geri kazanmaya çalışıyor, diğeri de sonunun hüsran olduğunu bildiği bir beraberliğin bitmeden yasını tutmakla meşgul. Ama esas ilginç karakter tabii ki de yan komşu, ailenin hem bir parçası olmuş hem de dışarıda bırakılmış komşuları Mary. Dizinin monotonluğuna oyunbaz performansıyla renk katıyor Imelda Staunton. Mary’e hem ömürlük bir kötücüllük enjekte etmiş, hem de sebeplerinin açıklanmasıyla birlikte daha anlamlı gelen anaç bir tavır. Eşini ve çocuğunu erken yaşta kaybeden bu kadının da bütün uğraşı, yan komşusunun evinde olup bitenler olmuş yıllar içerisinde. Realiteyle buluşturunca tedirgin edici, ancak ne için endişelenmemiz gerektiğini kestiremediğimiz bu habitatta tabii ki de katmerlendiriyor öyküyü. Yalnız benzetme yaptım diye Big Little Lies’ın ilk sezonu kadar (ikinci sezondaki rezaleti unutmak istiyorum) yetkin bir dili olduğu düşünülmesin. Paraya biraz kıyılmış bir ITV projesinden daha fazlası değil. İlgiyi ayakta tutabilmesinin başlıca sebepleri demin de belirttiğim gibi Mary gibi etli bir karakteri barındırması ve pembe dizilerden miras bir tempo ile “arkası yarın” kültürünü bölümden bölüme yaşatması. Zaten dört epizottan ibaret, kısa bir serüven sunduğu için dağılmaya fırsatı da olmuyor. Bunların haricinde Tovey’i heteroseksüel bir aile babası olarak izlemenin verdiği garip hissi de, kendisinin bir numaralı hayranı olarak pek enteresan bulduğumu söylemeliyim. Mümkünse bu tür izlemesi kolay, başı sonu belli işlerde irili ufaklı rollerde karşımıza çıkmaya devam etsin. Unutmadan mini dizi olarak pazarlansa da dizinin finalde bir açık kapı bıraktığını not düşeyim. Korona günlerinde dünyada olup bitenden kopmak için pek ideal dünyasına bir kez daha ziyarette bulunmak mecburiyetinde kalabiliriz. MVP: Imelda Staunton (Mary)