Eleştiri

Possessor

Yayınlandı

on

Yönetmen & Senaryo: Brandon Cronenberg | Oyuncular: Andrea Riseborough, Christopher Abbott, Tuppence Middleton, Jennifer Jason Leigh, Sean Bean, Rossif Sutherland, Raoul Bhaneja, Kaniehtiio Horn, Gage Graham-Arbuthnot | 104 dakika | Gerilim, Bilimkurgu

David Cronenberg’in oğlu eşliğinde beyin implantı teknolojisi sayesinde suikast işlemek üzere başkalarının bedenlerine girilebildiği yakın bir geleceğe ışınlanmak ister misiniz? Possessor’a önden buyrun o zaman. Antiviral ile uzun metrajdaki maceralarına tatsız bir başlangıç yapan Brandon Cronenberg, dünyanın sonu gelmeden önce gerçekleşmiş son büyük film festivali Sundance’te seyirci karşısına çıkardı ikinci filmini. Andrea Riseborough’nun hikâyenin merkezindeki bilimkurgu ürünü cihaz ile başka insanların vücutlarında parazit etkisi göstererek işlediği cinayetler arasında bu body horror örneği biraz nefesleniyor. Kanın, ete giren her türlü kesici aletin yakın çekimle tadına baktırırken aklın almadığı ihtimallerin katili üzerindeki tesirini de inceliyor Cronenberg. Riseborough daha filmin açılışında görev sonrası girdiği testi geçse de rol kesmesini gerektiren mesleğinin yarattığı psikolojik deformasyonla kimliğini hatırlayabilmek adına yüzüne en sahtesinden bir tebessüm yerleştirip ezberlediği cümleleri şakıyor ailesine. Possessor esasında zenginleri birer ikişer öldürdüğümüz 2019 sinema yılının da bir devamı gibi zaten. İlk yarısında bir parçası olduğumuz kapitalist sistemin içerisinde hepimizin benliğimizi nasıl da kaybettiğimizi dile getirip en küçük toplumsal birimi içeriden parçalıyor. İkinci yarıda ise düzene, bilinene karşı koyup geçirdiği histeri nöbetiyle hepimizin intikamını alıyor. Ayrıcalıkların içerisinde büyümüş birinden benzer yaşam stillerine sahip insanlara bu denli nefret besleyen bir film izlemek elbette enteresan ama oğul Cronenberg başta tutturduğu dikişin çok da devamını getirememiş zaten. Hırçınlığını yavaştan açık ettiği kısımda isyan bayrağı açmaktan ziyade şiddetin daha ne kadar içerisine düşebilirim gibi bir egzersiz koyuyor çünkü ortaya. Eylemler amaçsızlaşıyor, Riseborough sahneyi bütünüyle Christopher Abbott’a teslim ettikten kısa bir süre sonra daha çok katliam, daha çok vahşetten öte bir yere gidilmiyor. Biraz aklı dağınık da denilebilir. Mesela Abbott’a biçilmiş kağıt üzerinde inanılmaz absürt duran meslek üzerinden sürekli izlendiğimizi hatırlatıyor, kayınpederinin sohbetinde ve bittabi mevcudiyetiyle biraz bugünün Amerikası’na sinirleniyor. Paranoyalarının neredeyse hepsinde haklı, ona söyleyecek söz yok. Hatta dile getirdiklerini brer sanrı olarak nitelendirmek bile hata, aymazlık sayılır. Ama bunları belli bir düzene koymayı becerisine ne yazık ki sahip değil. Birçok fikri o kakafoninin içerisinde kaybolmuş, ki çok cümle kuran bir film olduğu da söylenemez. Hâl böyle olunca da çözüm noktasında çıkışsızlığı işaret etmişsin, ne fayda? Diyalog yazımı konusunda ekmek fırını önünde sıra beklemesi gerektiğine pek inandığım Brandon Cronenberg’in atmosfer kurma becerileri yeterli gelmiyor kısacası kelli felli bir gerilim filmi çıkarmasına. Kurduğu evrende dilinin daha yetkin olduğu bir zaman aralığında vakit geçirmeyi isterdim açıkçası. Bir dahaki buluşmamız sırasında gösterişsiz setlerinin soğukluğu iliklerime kadar işlerken kulağıma tane tane fısıldasın mümkünse. Kafasındaki koroyu düzene koyduğu zaman kendisinden bir taşyapıt sağabileceğime inancım tam. Sadece ortasından ikiye bölünüp apayrı filmler olarak pazarlanabilecek Possessor’la olmadı.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version