Yönetmen & Senaryo: Ryan Coogler | Oyuncular: Michael B. Jordan, Melonie Diaz, Kevin Durand, Chad Michael Murray, Ahna O’Reilly, Octavia Spencer, Trestin George, Thomas Wright, Keegan Coogler, Kenny Grimm, Jemal McNeil, Julian Keyes | 85 dakika | Drama, Biyografi, Suç
Suç ortağı Michael B. Jordan’ı da bırakmayıp kariyerini bu filmin sonrasında Creed ve Black Panther ile taçlandıran Ryan Coogler, çağımızın en heyecan verici filmografilerinden birine sahip siyah yönetmenler arasında yerini koruyadursun biz Pride Boy kapsamında fitili ateşlediği 2013 tarihli ilk uzun metrajlısı Fruitvale Station’a dönelim. İlk izlediğimde Gezi olayları hâlâ tazeliğini korumakta, ülkece ölçüsüz polis şiddetinin aldığı canların yasını tutmaydık. Bugün ise sistemli ırkçılığın kurbanı olmuş George Floyd’un ölümünün ardından akın akın protestolara katılan Amerika’yı okyanusun bu tarafından takip ederken izledim Fruitvale Station’ı. Tıpkı Floyd gibi Oscar Grant de birileri tarafından katilleri videoya alındığı için adını daha iyi ezberlediğimiz bir isim. Hâlbuki Amerika’nın gerçeğinde sınıfın, rengin, kültürün sebep olduğu nefretle can verenlerin varlığı hep sabit. O yüzden size ırkçı olmamayı değil, ırkçılığa karşı olmayı öğreteceğiz diye yankılanıyor sokaklar. Coogler’ın ana akıma en yaklaştığında dahi politik olmaktan alıkoyamadığı sinemasının en saf hâlinde haklı bir öfke mevcut. Tamamen Grant’in son gününe odaklanan, boşlukları da birkaç geçmişe dönük sahneyle doldurduğu anlatısında olağan olduğunu varsaydığı; ancak nihayetinde gerçekleşen olaylar sebebiyle ailesi için hayatlarının en acı gününe dönüşen, takvimlerin 31 Aralık 2018’i gösterdiği o günü taşıyor perdeye. Coogler’ın Bay Area’da geçen çocukluğuna bağlı olarak hikâyesinin geçtiği habitata hâkim olduğuna şüphe yok. Oscar’ın minik çıkışlarına, ailesiyle olan ilişkisine, bütün gündelik uğraşlarına kadar her ayrıntısında öğrettiği dünyayı terk etmemeye gayret gösteriyor. Sıkıntısı daha çok başından sonu belli bir akışı takip ettiğimiz için hep kaçınılmaz sona göz kırpması. Her cümlesi bir veda hissiyle süsleniyor, her beyanı iyi olma bahsini barındırıyor Oscar’ın. En nihayetinde ailesinden izin alarak onlar için de evlatlarına, kardeşlerine, sevdikleri, değer verdikleri bir insana dair asla yer yüzünden silinmeyecek bir anı bu. Fakat bir izleyici olarak Coogler’ın biraz da öykü anlatma sanatının inceliklerine hak ettiği değeri vermesini çok istedim ikinci izleyişimde de. Bizi kızdırması ve üzmesi gereken bir yaşanmışlığı manipülatif diyerek tanımlamak yanlış bir ifade biçimi olur. Ama Coogler’ın Fruitvale Station’ı kurgusal bir sanat eseri olarak değil de, belgesel formunda üretmesi yaklaşımını daha anlamlı kılarmış diye düşünüyorum. Michael B. Jordan’ın senaryo gereği dikleri pek fazla oyunu da garip bir şekilde mübalağasına karşın bağlayıcı elementi olmuş filmin. Tabii ben tüm aksayan taraflarını bir kenara bırakıp, bilhassa şu zaman aralığında tekrar ziyaret edilmesi taraftarı olduğumun da altını çizeyim. Sahip olduğumuz ayrıcalıkları tam da şu zamanda neden doğru amaçta kullanmamız gerektiğini, susmanın ve sosyal medya karartmaktan öteye geçmeyen paylaşımlardan ötesine duyulan ihtiyacı hatırlamak adına birebir. Gerçi gündem bu kadar sıcakken ekstra sosa ihtiyaç duymanız da belki başka bir şeylerin işaretçisidir ya neyse…