Eleştiri

The Half of It

Yayınlandı

on

Yönetmen & Senaryo: Alice Wu | Oyuncular: Leah Lewis, Daniel Diemer, Alexxis Lemire, Enrique Murciano, Wolfgang Novogratz, Catherine Curtin, Becky Ann Baker, Collin Chou, Gabrielle Samels | 104 dakika | Romantik, Komedi

Netflix’in dünya üzerindeki bütün heteroseksüellerin beynini yıkayarak herkesi eşcinselleştirme, LGBT sayısını artırarak toplumun ahlakını bozma ve yozlaştırma çabalarıyla ilgili tonlarca gerzekçe fikir dinlediğimiz şu günlerde kimlik sancılarının bağrından, lezbiyen (ya da artık beyanı nihayetinde ne olacaksa) ana karakterli bir gençlik filmi izledim elimiz ayağımıza dönmüş streaming servisinin kitaplığında. Bir süredir sosyal medyanın önde gelen kuir hesapları tarafından reklamı yapılan The Half of It, Alex Strangelove’ın bayrağı bıraktığı yerden gurur kokan gökkuşağımızı alıp Sierra Burgess Is a Loser’daki tutmuş (!) formülle buluşturuyor. Okulun en popüler kızına gönlünü kaptırmış iyi kalpli ama yarım akıllı oğlan, ev hayatındaki tersliklerden sebep sosyal olarak geri planda kalmayı tercih etmiş ve yine aynı kıza abayı yakmış esas karakterimiz Ellie Chu’dan yazılı bir şekilde açılmak için yardım istiyor. Yine Eros’un oklarının çevrildiği bireyin önündeki bütün işaretlere rağmen hiçbir şeyi anlamamak konusundaki akla mantığa sığmayan ısrarın temsilini izliyoruz kısacası. Tüm bunları olabildiğince de küçük bir kasabaya sığdırmış The Half of It. Dünyalar minik olunca hayaller de kasabanın en son çitinden öteye geçemiyor. Kurduğu bu evrenin, kıyas ettiğimiz diğer büyüme hikâyelerine, bilhassa Netflix damgalı olanlara kıyasla daha gerçek hissettirdiğine şüphe yok. The Half of It’i hem yazıp hem yöneten Alice Wu, 16 sene önceki ilk uzun metrajlısı Saving Face’ten sonra aynı meseleler üzerine kafa yorarken anlatısını konumlandırdığı harita üzerindeki o minicik noktayı, ıssız patikaları ve pek de ışıltılı olmayan yol restoranlarının etrafına iyi çevrelemiş. Ancak bunun ötesinde The Half of It, daha önce duymadığımız ya da bir kez daha duymaya ihtiyaç duyduğumuz neyi söylüyor pek emin değilim. Her şeyden evvel mantıksızlar silsilesini hitap ettiği yaş aralığı küçük olduğu için göz ardı etmekle birlikte dikkate almaya değecek diyaloglar yazdığına dair derin şüphelerim var. Yüksek edebiyat sevgisini iki kitap etrafında çevrelerken yaptığı alıntılarla sahici bütün duyguları plastikleştiriyor. Modern Amerika’nın olabileceği en çağdaş formdaki görünmeyen yarısı ne kadar etten kemiktense genç karakterlerin arasında kurduğu bağlar da bir o kadar sahte. Yüzdüğü klişeler denizinde durmadan su yatıyor ve hatta boğuluyor The Half of It. Salt iyi niyet barındırmasa sonunu getirmek de mümkün olmayacak. Çünkü zeka parıltısından eksik ikili duygu alışverişlerinde zımparayla bütün pürüzleri elden geçirmiş, insan olmaya dair her şeyi tek kalemde silip atmış bir stüdyo kurnazlığı mevcut. Sen bu kalıba aitsin, bundan daha fazlası olamazsın diyor sanki hepsine. Popüler kızın ailesinin ona uygun gördüğü hayatı yaşamak istememesi, neredeyse yakışıklı aptal oğlanın “hoşgörü” simgesi kesilmesi ve tabii ikinci nesil göçmen ana karakterimizin Amerika toprakları üzerinde yaşayan her uzak doğuluya biçilmiş anahtar kelimeleri birer ikişer sahnelemesi… Hayır. Olmamış. Dağılalım.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version