Yönetmen & Senaryo: Harry Macqueen | Oyuncular: Colin Firth, Stanley Tucci, James Dreyfus, Pippa Haywood, Sarah Woodward | 93 dakika | Drama
Varlığından haberimiz olmadığı için fragmanı geldiği andan itibaren en merak ettiğimiz 2020 filmleri listesinin zirvesine oturan Supernova’ya erkenden kavuşabildim. Colin Firth ve Stanley Tucci’nin hayatlarının son çeyreğine adım adım yaklaşan eşcinsel bir çifti canlandırdıkları yapım bir takım benzerlikler taşıdığı Andrew Haigh harikası 45 Years’ın yapımcılarının elinden diye pazarlanıyor olsa da projenin arkasında oyunculuk geçmişli, daha önce Hinterland adında mini mini bir bağımsız yazıp yönetmiş Harry Macqueen var. Sam ile Tusker isimlerindeki çiftten Tucci’nin canlandırdığı Tusker’a demans teşhisi konması ve bunun ardından karavanla İngiltere’de seyahate çıkıp eski dostlarıyla bir araya gelmelerini konu alıyor Supernova. Arka planına yerleştirdiği coğrafyanın sise pusa bulanınca nasıl albenili olduğunun, sabahın erken saatlerinde aldığı doğa manzarasıyla her kaostan kaçıp o yalın dinginlik hissine ihtiyaç duyan partnerlerin iç dünyasının nasıl uyum sağladının epey bilincinde Macqueen bir yönetmen olarak. Dolayısıyla yazdığı metnin zayıf kaldığı her noktada görsel olarak benimsediği disiplinden nemalanmaya çalışıyor. Ama şöyle bir sıkıntımız var, senaryosunun sadece birkaç yerde değil neredeyse filmin tamamında eli zayıf kalmakta. Bir kere her şeyden evvel bu kasting fantezi dünyamıza çok iyi gelse de karakterler inanılmaz heteronormatif bir gerçeğe monte edildiği için evli, mutlu, çocuklu aktörlerimizin elinde cetvelle çizilmiş mukavva parçalarına dönüşmüş. Olmayan bir kimya, asla inanmadığımız bir tutku ve dolayısıyla bitmeden matemi yaşanan aşkla ilgili plastik duygular hep yüzeyde, asla saklanamıyor. Bunun üstüne de belli başlı kaygıları haricinde iki karaktere de üçüncü boyutlarını edinmelerine yardımcı olacak bir özgeçmiş bulmakta sıkıntı çekmiş Macqueen. Filmin adını aldığı Supernova hadisesi, yani yıldızların patlayarak sonsuzluğa karışması hikâyesi bile oldukça çiğ bir diyalogla servis ediliyor. Yoğun müzik kullanımı, doğru ifade edilemediği için cümleler arasındaki boşluklara sığdırılmaya çalışılan derin hisler denizi bütünüyle bitiriyor sanki bu beyaz, cis ama sözde kuir masalı. Eminim bu jenerasyona dair, konuşmadan dinlemeden acı çekme hâlinin bir yerlerde karşılığını bulacağını ve hatta anlaşılacağını. Ancak kuir öykülerin herkese hitap edebilmek adına bu kadar ılıman bir yere çekilmesini gerektiren sınırı çoktan geçtik diye düşünüyorum ben. Sanki sırf yüksek sesle dile getirildiği için “cesur” addedilecek bir zaman diliminden ışınlanıp bugüne gelmiş gibi Supernova. Oysa ki filme dair tek cesur şey, bu iki kraliçenin bir ev dolusu heteroseksüel ile geri dönüş partisi yapabilmesi. Bir de tabii bunlara ek olarak, hafıza kaybını ölümle bir tutmayı epey bağnazlık olarak görüyorum. Evet, heteroseksüeller gibi dilediğimiz gibi üreyememenin bir etkisi de yaş ilerledikçe “Peki bize kim bakacak?” endişesinin beynimizin bir yerlerinde kol gezdirmesi. Fakat Supernova bu tasalara değil dokunmak, uzaktan bile el sallayamıyor. Ne yazık ki yalnız ölmenin kaçınılmaz beşiğinde kendi kendini avutacak kadar kapasitesi yok.