Yönetmen & Senaryo: Miranda July | Oyuncular: Evan Rachel Wood, Richard Jenkins, Debra Winger, Gina Rodriguez, Mark Ivanir, Rachel Redleaf, Da’Vine Joy Randolph, Diana-Maria Riva, Randy Ryan | 104 dakika | Drama, Suç
Benim sanal festival maceramda izlememin hemen ardından malum yerlere de uğrayan Kajillionaire, hayata karşı “dik duruşlu” ebeveynlerin disfonksiyonel mevcudiyetlerini dünyaya getirdikleri bireylere aşılaması üzerinden var olmuş ve olacak her türlü düzeni sorgulayan o filmlerden bir diğeri. Evet quirky dediğimiz Türkçe’ye çevrilemeyen şeyin icadından beri ne yazık ki böyle bir alt tür bulunmakta ve yakın tarihten Captain Fantastic’i örnek göstererek de herhangi bir dayanağı bulunmayan savım öyle ya da böyle ayakta durabiliyor. Neyse ki burada kadın bir anlatıcının yazıp yönetmiş olmasının ekmeğini yiyoruz biraz; çünkü Miranda July çizdiği manzarayı romantize etmemek konusunda büyük özen gösteriyor. Yaşamak için para kazanmak, para kazanmak için çalışmanın gerektiğine kati surette inanmayan anne ve babası tarafından engebelere, dolandırmaya, çalıp çırpmaya alıştırılarak büyütülmüş esas kızımızın çektiği isyan bayrağında oldukça tanıdık, keşfetmesi bir o kadar da keyifli bir şey saklı aslında. Miranda July, sorgulamayı ve şüphe etmeyi temel edinmiş bir kız çocuğunun elindeki büyüteci alıp, dünyasına her anlamda zıt bir karakterin gökten zembille inmesi sayesinde açılmış gözleriyle, ebeveynlerinin motivasyonlarını incelemeye almasına izin veriyor. Burada çok spesifik, dış dünyadan fazlasıyla yalıtılmış ve mübalağaları sayesinde de komediden makas alan bir hâl tavır var. Ancak July’ın vermek istediği mesajda nasıl ki kuruluşların, zenginlerin, devletin, paranın huzurunda algıları açıp soru işaretlerini oradan oraya savuruyorsak, o zaman kutsal kabul edilmiş en küçük kurumun da kılıçtan geçmesi gerekmez mi önermesi pek keyifli. Gina Rodriguez’in bu renksiz varlıklar etrafında bütün ışıltısını kullanarak sahne çalması ve bunun üzerinden kurulan kuir soslu dinamik de tadından yenmeyecek kıvamda esasında. Yalnız July, kırılma noktasında yarattığı heyecanı, görülmemiş sevginin yerinde esen yelleri kovalarken uzunca bir süre muhafaza etmeyi başaramıyor. Kajillionaire çabuk yorgun düştüğü için tıpkı örnekleri gibi nispeten özgün fikriyle iki saate yakın bir süreyi tamamlamaya çalışan, bu sebeple de ayağını sürümek zorunda kalan filmlerden birine dönüşüyor. Hele ki ikinci yarıda bir anda ton değiştirmesiyle birlikte baş gösteren, olmazsa olmaz “son vurgun” ihtiyacından sebep tempo problemi, July’ın filmografisinin olmazsa olmazlarından biri olduğu için tanıdık gelecektir. Belki bir yerinden savunmaya geçilecek olursa bağımsız görünümlü fakat cilalı bir ana akım filmi kimliğine bürünmesi sebebiyle bu kuyruğunu kovalama hâlinin eseri olduğu söylenebilir. Üstelik zararsız da!