Eleştiri

On the Rocks

Yayınlandı

on

Yönetmen & Senaryo: Sofia Coppola | Oyuncular: Rashida Jones, Bill Murray, Marlon Wayans, Jessica Henwick, Jenny Slate, Liyanna Muscat, Alexandra Reimer, Anna Reimer, Barbara Bain, Juliana Canfield, Alva Chinn | 96 dakika | Komedi, Drama

Yıllar içerisinde geliştirdiği kendine has sinema diliyle muhattaplarına film üretmeye devam eden Sofia Coppola, babasının adı sayesinde gelen şöhret çocuğu olma krizinin sularına Somewhere ile yaptığı girişi daha farklı bir yere konumlanmış bir baba-kız hikâyesi, On the Rocks’la devam ettiriyor. Lost in Translation’dan 17 yıl sonra Bill Murray ile bir araya gelen Oscar ödüllü yönetmen/senaristin kamerası en büyük ilhamlarından biri olduğunu asla gizlemediği Woody Allen’ın taşına toprağına gönül verdiği New York’a bakıyor bu sefer. Evli ve iki çocuk annesi Laura, alışkanlıkların, zamanın ve hayat gailesinin araya girmesiyle monotonlaşmış evliliğinde şüpheyle kazdığı bir kuyuya düşüyor. Bu kuyudan çıkışı sırasında da eksantrik babacığının yardımına başvuruyor. Özünde “Kocam beni gerçekten aldatıyor olabilir mi?” kuşkusundan beslenen dümdüz bir film aslında On the Rocks; ama Sofia Coppola’nın ellerinde geçtiği şehre bir aşk mektubuna evrilmiş, girdiği her odanın odak noktası olmayı başarmış bir ebeveynin çocuğu olmaya dair bir takım söylemlerle doldurulmuş. İzin verse otobiyografik demeye bile dilimiz varabilir, ki ana karakterinin de anneliği askıya aldığı vakitlerde yazıyor olması bu iddiamızı daha da güçlendiriyor. Ama tabii işin magazin kısmı değil konumuz. The Virgin Suicides ile start almış kariyerinde hep üstüne koya koya ilerlemiş, bir izleyici olarak en azından beni asla kaybetmemiş oldukça değerli bir anlatıcının en yeni filmi nitekim karşımızdaki. Sahip olduğu ayrıcalıkların içerisinden evrensel bir şeyler sağabilmiş olmasını da bugüne kadar hep takdir ettim. Fakat On the Rocks’ta ilk kez bir görüş ayrılığı yaşıyormuşuz gibi hissediyorum. Daha doğrusu değerli vaktini böyle bir hikâye yazmaya ve perdeye taşımaya ayırmak istemiş olması tıpkı ana karakter gibi bende de bir takım şüpheler doğurdu: Acaba Sofiamız yaşlanıyor olabilir mi? Burada bahsetiğim yaş alma fikri yılların hediye ettiği alın kırışıklığı ya da kaz ayakları değil, daha ziyade belli bir zaman aralığına takılıp kalmakla alakalı. İç çamaşır yakmanın aktivizm sayıldığı günlerden geldiğimiz yerleri düşününce, kendi ayakları üzerinde durmaya kalkıştığı anda bile ayağı burkulup en yakınındaki erkeğe, babasına tutunan Laura neyi sorguluyor? Kocam beni aldatıyor ise sebebi ben miyim mi demek istiyor? Kız çocukları olarak annelerimizin yaşadığı kaderlere mecburuz imasında mı bulunuyor? Kalkışa geçtiği ile yolculuğu sonlandırdığı durak arasında da çok bir mesafe bulunmadığı için On the Rocks’ın motivasyonunu anlamakta güçlük çekiyorum. Önermesinin bir ucu da hepsi kuruntuymuş, babam kötü bir adam diye kocamı da monogamiden korkan bir zavallı sandıma değiyor çünkü. Hani belki yiki omuz atılsa işgal edilebilecek yüksek tavanlı New York dairelerine düşkünlüğüm olsa, nostaljik arabalarda yapılan seyahatlerin komforlu olduğuna can-ı gönülden inansam ve Bill Murray’in garsonlarla flört ettiğini izlemek fetişlerim arasında yer alsa zevk alabilirdim de böyle hiç olmamış Sofiacığım, hiç hem de. Lütfen sayfaları çevir, bu kapağının kenarları yıpranmış kitabı kapat ve yeni, daha bugünden bir şeyler oku, ne olur.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version