2020 sinema yılı pandemi sağolsun seyircisiyle salonlarda buluşmak istediğinden ya da prodüksiyon tamamlanmadığı için ertelenenlerden sebep zayıf geçiyor gibi hissettirse de bazı yerlerden yüzümüz gülmüyor değil. Mesela Hindistan topraklarından çıkma The Disciple ve Jallikattu gibi iki şahane yapımla, Bollywood’un mübalağalı müzikalleri ile çevresinde döndüğü sanılan bir sinema endüstrisinin bambaşka taraflarını görebilme imkanına erişti seyirci. The White Tiger, ABD ortak yapımı olması ve yönetmenlik koltuğunda okyanusun diğer tarafına transfer olmuş Ramin Bahrani’yi barındırmasından dolayı aynı gruba ait değilmiş izlenimi yaratsa da bütün öykü Hindistan’ın bugününden, çoktan yozlaşmış o devasa ekonomiden alıyor. Araya korkunç bir Fahrenheit 451 uyarlaması sığdırdığı için affetmekte güçlük çektiğimiz Bahrani, bir önceki 99 Homes isimli filminde, The Big Short ile aynı sinema yılına yüksek faizli Mortgage krizi hakkında daha üstün nitelikli bir anlatı sığdırmıştı. Manipülasyon konusundaki zekası, ayrıcalıklı kalabalıkların kendilerinden daha alt sınıflara mensup kişileri hafife alması ve tabii şiddeti büyük haklı hırsları sayesinde yoksulluktan paçayı sıyıran Balram isimli genç bir adamı konu almaktaki Aravind Adiga romanından uyarlama bu Netflix projesi. Zaten hikâye de adını her jenerasyonda bir kez doğan albino Bengal kaplanından alıyor. Balram da hiçliğin ortasındaki ailesinin mühürlediği (!) kaderini karşısına çıkan yeni tümseklere rağmen baş koyduğu yoldan, alengirli ama tünelin sonundaki ışığa ulaştıran yöntemlerle kurtulma mücadelesi veriyor. Ancak The White Tiger’ı sadece seyirciye tuttuğu tarafın yüzünün er ya da geç güldüğü bir köşeyi dönme filmi olarak nitelendirmek hem uyarlandığı materyale, hem de Bahrani’nin kurgudaki keskin virajlarıyla kurduğu dört başı mamur dünyaya haksızlık olur. Kamerasını konumladığı noktada baktığı yeri öyle geniş bir açıdan çekiyor ki Bahrani, paranın olduğu ve olmadığı tarafları hem kendi dünyalarında, hem de ait hissetmedikleri o “diğer” evrende izlerken gelir ve kaynak eşitsizliğinin tadına tam anlamıyla varıyoruz. Burada hedeflenen refah seviyesine ulaşmak için bir savaş veriliyor evet ama bu tek taraflı, sadece sahip olmayana ait bir tırmalama değil diye buyuruyor The White Tiger. Ahlak kavramının içi boşaltılırken hırsız ya da katil yaftası yiyenlerin giderek büyüyen Hindistan ekonomisi ve tabii siyasi sahnenin değişimiyle nereye konumlandığını da görüyoruz elbette. Ve bu ülkeye ait, Amerika ile kendi kültürü arasında sıkışıp kalanların temsiliyle de alakalı olarak söylemek istediği bir şeyler var. Ne de olsa en nihayetinde fatura iki tarafa da ait olmayı başaramamış, evin parlak gelecekli oğlanına kesiliyor, öyle değil mi? Biraz kaotik tabii. Benzerlikler taşıdığı Parasite’ın aksine zengini yerken, her iki tarafa da aynı mesafede yaklaşmayı başaramıyor ne yazık ki. Hatta yerlisini daha sert, kusurları net gösteren bir ışığın altına koyuyor. Bu da kendi içerisinde kurduğu masumun sırtını sıvazlayan dengeye ihanet ediyormuş izlenimi yaratıyor. Yalnız önermesinin ve başroldeki müthiş yetenek Adarsh Gourav’ın pek çok kusuru kapadığı kesin. Belki finalde son bir tokat atamasa bu kadar iyi anmazdık filmi.