Yönetmen & Senaryo: Rose Glass | Oyuncular: Morfydd Clark, Jennifer Ehle, Lily Knight, Lily Frazer, Turlough Convery, Rosie Sansom, Marcus Hutton, Carl Prekopp, Noa Bodner | 84 dakika | Drama, Korku
Bağımsız İngiliz Filmleri Ödülleri’nden tonlarca adaylık almış, Rose Glass’in ilk uzun metrajı olma özelliğini taşıyan Saint Maud, korku filmlerinin büyük bir çoğunluğuyla aynı kaderi paylaşıyor: Kısa filme yetecek miktarda materyale sahip olmak. Küçük bir sahil kasabasında hasta bakıcı olarak çalışan Maud’un yeni hastası Amanda’yı hem lenf kanserinden hem de hazcı yaşam biçiminden kurtarabileceği inancıyla Katolik öğretilerinin esiri ettiği o klasik tezatın temsili var yine tabakta. Bir taraf ritüellerine fazlasıyla kendini kaptırmış klişeler klişesi, din çukuruna düşmüş zayıf karakteri canlandırıyor. Diğeri ise dünyevi zevklerin içerisinde sigarasından uyuşturucusuna seksinden modern sanatlara olan bağlılığına kadar sözde çağdaşı, yoldan çıkmışı temsil ediyor. Tarafların çarpışmasında önce Amanda’nın azize rollerindeki Maud’u eylemek ve son günlerinde kendi de eğlenmek üzere bu tanrıların, dünya dışı varlıkların müsameresine geçit vermesini izliyor, ardından da her iki kadının da gerçek yüzü çıkınca Temel fıkralarına layık bu uçlardaki karakterlerin çarpışmasına şahitlik ediyoruz. Gülünç ve artık defalarca tekrarlandığı için ezberlediğimiz dini referanslarla donatılmış evinden şiddeti göstermeyip sadece olasılığıyla tehdit ederek bıçakla kesilebilecek bir tansiyon yaratmasına kadar ağzımda acı bir tat bırakan fazlaca şey bulundurmakta Saint Maud. Her şeyin fanatizminin fazla olduğuna dair iletmeye çalıştığı geniş mesaj salt bir yalnızlık virgülüne takılıp kalmış, orada sallanıp duruyor. Bütün öyküsünü kadınlar üzerinden kuruyor olmasına ne kadar sevindiğimi anlatamam. Fakat Rose Glass’in dünyasında herkes ya siyah, ya da daha da siyah olduğu için bir ara bölge yaratamıyor ve bizi dünyaya ana karakterinin gözünden baktığına da ikna edememesiyle burada cinsiyet de kimlik de önemsizleşmiş. Rastgele yaşanan mekanik cinselliğiyle iffet ve zıttında seçtiği kelime arasındaki pratiği fazlasıyla çiğ, hatta banal. Ben ürkütücü fantezilerin toplum tarafından kazanılmaya çalışılmamış gibi davranılan bireyler üzerinden minik Jokerler olarak yeni yankılar bulmasından da pek rahatsızım açıkçası ve giderek böyle hikâyelerin sayısı artıyor. Buradaki ahlakçılığın gerçek hayatta bir karşılığı olsa da hayatın tadını çıkardığı için acı çeken şeytan alegorisi bana epey demode gelmekte. Zaten filme tutunamadığım nokta da bu. Terazisi fazlasıyla taraflı ve hatta bozuk. Bir tek şuradan takdir ediyorum; bu kadar kötü bir senaryoyu reji seçimleri ve kullanacağı ses efektleriyle üçüncü sınıf yerli korku filmlerimize dönüştürebilecekken Glass bir şekilde direksiyon hâkimiyetini kaybetmekten uzak durmuş. Bu da bir sonraki filmiyle alakalı olarak heyecanlanmamıza yardımcı oluyor. Ama mümkünse bir dahakine dersine daha çok çalışsın, geçerliliğini yitirmiş liberal merceğini modern bir suyun altında sabunla iyice çitileyip karşımıza çıksın. Yoksa final bloğunda yaptığı her şeyi yanlış bulmama karşın en azından denemiş diye bile geçiştirmem, bu çağ dışı yangını söndürür kendim çırayla ateşe veririm. Burada içler acısı kapanışına göz kırpmış olma ihtimalim var mı peki? Mümkün.
Pingback: Love Lies Bleeding (2024) Eleştirisi - Oscar Boy