Kuir
But Perşembe: Kevin <3 Ben
Oscar adaylarının açıklandığı hafta olması ve üstüne BFI Flare yoğunluğu sebebiyle yine sizlere haber vermeden küçük bir mola yaptım Looking ile But Perşembe serisinde. 14 Ocak’ta başlayan maceramda hâlâ bitiş çizgisine gelememiş olmam bitir de kurtul mantalitem sebebiyle beni epey yoruyor aslında. Ancak ben haricinde kimsenin bu yazı serisine çok ilgi duymadığından da emin olduğum için rahat hareket ediyorum sanırım. Hayatımın anlamı, sanat güneşim, çiçeğim, böceğim Russell Tovey’nin daha fazla gözüktüğü kısımlara geldiğimiz, her bölümü mutluluktan gözümde yaşlarla izlediğim için ben zirveye epey yakınım bu arada. Umuyorum “içimde tutabilirim” de erkenden, öhöm, bir taraflarımı dağıtmam.
Patrick’in Cadılar Bayramı’nda yaptığı parti sırasında hem Richie’nin, hem de Kevin’ın bulunduğu ortamda alkolün de etkisiyle iyice saçmalamasının üstüne, ortalıklardan yok olmaya, daha doğrusu dünya üzerinden silinmeye ihtiyaç duymasını anlayışla karşılayarak açtım yeni haftayı. Doris’in babacığının vefat haberiyle de Patty’e şehirden uzaklaşmak için bir fırsat doğdu. Burada üçlü olarak yeni bir dinamiğin tadına bakabildiğimizden ötürü çok mutluyum ben açıkçası. Dom iki sezondur vallahi hiçbir şey olamadan yaşlandım yakınmalarıyla tek boyutlu bir karakter olmaya ilerliyordu. Doris ile aralarındaki dostluğun temellerini inceleme fırsatı bulduk nihayetinde ve biraz da o “ıssız adam” tarafıyla ilişki kurmayı başardı gibi hissediyorum dizi.
Sezonun başlangıcında da bir yolculuktan hikâye sağmak üzerine, kimyasallı, göllü, yazlık evli bir bölüm daha izlemiştik hatırlarsanız. Bu defa maceramız köklere dönüş maiyetini taşıyor. Bizim kültürümüzde çocukluğunu geçirdiğin yerden kopmak ve birey olmayı daha büyük bir şehirde, aileden uzakta becermek üzerine çok örnek yok. Ancak Amerika bütün genç – yaşlı dinamiklerini bu yuvadan uçan kuş ritüeli ile kavurduğu için Doris’in, Dom’un oraya gittiğinde neler hissedebileceğini ezber ettiğimiz filmlerden, dizilerden kopya çekerek anlayabiliyoruz. Teker teker değinmek istediğim detaylar var esasında. Mesela Dom’un bir an “Acaba burada hayat daha mı kolay olurdu?” sorgulaması yapıp yerleşmek istemesi ya da Doris’in hem uzaktan yargıladığı, ama yanlarında da kendi gibi hissettiği ailesiyle buluşması gibi. Ayrı ayrı müstesna durumlar…
Bu yolculuğun kime ne katkısı olduğunu görmek de çok güç değil tabii. Esas duygusal yıkımı yaşan Patrick’imiz başka bir yarıya sahip olmaya dair hissettiklerini gün yüzüne çıkmışken kucaklıyor. Doris, en savunmasız anında Malik’in çıkıp gelmesiyle kendine sırtını dayayacak birini bulduğunu kavrıyor. Dom ise babasının mezarını bulamaz, ona açılamadığı için vicdan azabının bir türevini çekerken geçmişiyle geleceği arasında bir orta yola nihayet ulaşıyor sanki. O kaza, o hesaplaşma, o kafadan geçenlerin çehresine yansıdığı içsel yolculuk… Hepsi (dizi uzunca bir süre devam etmedi biliyorum ama) Dom’un bundan sonraki adımlarında tesirini gösterecek, buna eminim.
Yedi ve sekizinci bölümleri birlikte konuştuğum yeni But Perşembe toplaşmasının kırılma noktası tabii ne bu ölüm, ne Dom, ne Doris, ne de Patrick’in cenazedeki duygusal yıkımıyla yaşadı zirvesini. Dev bir dönüm noktasına, Kevin’ın ne zaman kurtulacak diye gözünün içine baktığımız partnerinden sıyrılıp Patty’nin kapısında belirdiği bir ana şahitlik ettik. Daha evvel benzer bir senaryoyu Richie’yle yaşayan ancak içinde bir miktar Kevin sıvısı barındırdığı için hazır olmadığını beyan eden Patrick, aralarındaki uzadıkça uzayan çekime nihayet bir isim koyabilmenin getirdiği ferahlıkla bütün dünyaya aşkını haykırmaya girişti tabii hemen. Kahvaltı jestleri, beraber yapılan iş planı için koşturmacalar, eski sevgilinin yenisiyle aynı masada otururken verilen pozlar… Bazen merak ediyorum Patrick de benim gibi ilişkide olmayı ilişkinin diğer öznesinden daha mı çok seviyor acaba?
Hiç sağlam temeller atılmamış olması, Kevin ile Patrick arasındaki öykünün bütün gücünü tamamen cinsel çekimden alıyor olması kalbimi kırmıyor değil. Sohbetlerinde bile kağıt üzerinde harika gözüken bu heteronormatif manzaranın karşılığını alamıyoruz sanki. Kevin ile ulu orta dans ederken pistten gözü Richie’ye ilişen ve mutluluk pozlarına minik bir tebessümle devam eden Patty’nin hâlet-i rûhiyesi de bu tezimi kanıtlar nitelikte sanki. Bir taraftan çok canımı acıtıyor Kevin’ın Patrick için savaşmış olması. Böyleleri de var diyerek kendi tozlu tarihimin sayfalarına bela okuyorum. Diğer taraftan da bu peri masalı sadece Patrick istediği için varmış, hiçbir fiil samimi değilmiş gibi geliyor. Bilemiyorum, abartıyor muyum?
Gay çiftlerin birbirine benzemesi klişesine ucundan değdirirken HIV korkusunun içimize ne kadar yerleştiği ve toplumsal bilincimizin kokuşmuş taraflarıyla hep birlikte baş etmemiz gerektiğinin altını çizen Agustin’li kısmı da unutmayayım. Görünürde partnerinin HIV pozitif olmasıyla bir sorunu yokmuş gibi gözükürken, enfeksiyon kapma korkusu da bir o kadar sahici; çünkü bizi AIDS bir öcüymüş gibi yetiştiren dev bir kültürün kazazedeleriyiz hep birlikte. Fakat Agustin’in ve tabii dizinin bu meseleyi de çok bilinçli, kimsenin canını incitmeden, tarafların ehlileşmeye ne kadar açık olduğunu göstererek anlatmasına kaptırdım minik kalbimi.
Neyse çok uzatmayayım lafı. Zaten kendi kendime konuşuyormuşum gibi çoğunlukla burada. Haftaya dizinin ikinci sezon finalini izleyip filme doğru yelken açacağım artık. Kendime de yeni bir queer içerik materyali bulmam lazım. Önerisi olan varsa, yazının burasına kadar okuduğunuzu varsayıyorum artık, beri gelsin.
XO XO, patty boy