Oscar 2021
93. Akademi Ödülleri’nin ardından…
Her sene âdet olduğu üzere törenin ertesi günü bu sonuçlar bizim için ne ifade ediyor, geleceğe yönelik ne tür notlar almalıyız gibisinden bir yazı çıkarıyorum; ama öyle enteresan bir gece geçirdik ki tam olarak nereden başlasam emin olamıyorum. Öncelikle katıldığım yayında desteklerini esirgemeyen ve güzel yorumlarıyla neşeme neşe katan herkese teşekkür edeyim. Yekta Kopan’la dört senedir perde arkasında süren, Türkiye Oscar yayınlarına minik de olsa katkıda bulunmama ön ayak olan muhabbetimiz bu yıl TRT’nin yayın haklarını satın almasıyla birlikte böyle yeni bir fırsatın da önünü açtı. Şimdi acaba Youtube’a girmeli miyim gibi, kendi gullümünden etkilenmiş bir blogger olarak kafamdaki sorularla cebelleşiyorum. Umuyorum gaza gelmem…
TRT’ye gelirsek… Quo Vadis Aida’nın ortak yapımcılarından olmaları sebebiyle heves edip aldıkları yayın hakları yüzünden töreni resmen izleyemedik. Çünkü kanal orijinal dil seçeneğini sunmayıp bizi “trans kadın” çevirisini yapmasına bile izin verilmemiş tercümanların simültane kazasıyla muhattap etti. Yıllar sonra törenin tamamını korsan yayınlar üzerinden izlemek zorunda bırakıldığımız için sansür şov TRT’ye, kültür sanat programı yaptıkları Hülya Koçyiğit’e, yayını nasıl idare edeceğini bilemeyip topu sürekli birbirlerine atan stüdyodaki isimlere selam olsun.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Steven Soderbergh’in “bir film gibi” çekmeye yeltendiği Oscar töreni sıkıcılıkta çığır açarak, aday filmlerden doğru düzgün klip göstermeyip hepimizi diri diri mezara gömdü gece boyunca. Kesilmeyen teşekkür konuşmaları, anlamsız sahne düzeni, En İyi Film ödülünün en son verilmemesi gibi berbat tercihlerle sabrımız tekrar tekrar sınandı. Soderbergh Bey’in zaten bitmiş olan kariyerinin üzerine bir karış daha toprak döktüğümüz için mutsuz olmasam da yılın, benim için, en önemli günü ve etkinliğinde bu eziyete maruz bırakıldığımızdan sinirlerim tepemde.
Sonuçlar dahilinde ise çok şaşırılacak bir şey yaşamadık açıkçası. Geçen seneki gibi dört hatayla kapadım ben tahminlerimi. Frances McDormand’ı bilemedim; çünkü kadın oyuncu yarışı tam bir kargaşaydı. Üçüncü oyunculuk Oscar’ını bu kadar kolay verebilecekleri ihtimaline pek inanmamıştım. Mank’in görüntü yönetimi ödülünü bilemedim; çünkü siyah beyaz yapımların bu dalda aday edilip es geçilmesinin bir gelenek olduğunu sanıyordum. Colette’i bilemedim; çünkü artık soykırım hikâyesiyle Oscar almanın modası geçti algısına kapılmıştım. Ve H.E.R.’ün anasının ak sütü gibi helal zaferini bilemedim; çünkü Leslie Odom Jr. inanılmaz bir kampanya yapmıştı ve ona yenik düşeceğini düşünmüştüm.
Kalan kısımlara dair ise her şey yerli yerinde, tam da beklendiği gibi. Nomadland aldığı 3 ödülle gecenin mutlak galibi tabii ki. Frances McDormand filmin yapımcılarından da olduğu için evindeki rafına üç ve dördüncü Oscarlar’ını sığdırmış oldu. Bu garip yılda, hepimizin içimize dönüp her şeyi sorguladığı, kendimizi yeniden tanımaya kalkıştığımız zaman aralığına da çok uygun bir seçim olduğunu söylemeye gerek yoktur. Benim bir sinema salonunda izlediğim son filmdi ayrıca Nomadland. Maskeli seyiri dahi özlemle anarken yılı özetleyen tercih olması ekstra hoş oldu benim adıma.
Anthony Hopkins’le alakalı olarak ne kadar mutlu olduğumu da eklemem şart. İzlediğim günden bu yana reddedilemeyecek kadar iyi olan performansının Oscar alacağına kesin bir şekilde inanmış ve aman canım burada risk alalım biraz da demiş, gelen BAFTA zaferiyle de iyice inanmıştım. Haklı çıktım! İçimdeki Kakça susamıyor şu an. Beceriyorum galiba artık bu işi, ne dersiniz? Duygularıma yenik düşmeden tahmin yapmamayı, tamamen sezonu gözlemlemeyi nihayet öğrenebildim. Parasite ertesi ikinci Oscar’ıyla buluşan Hopkins de kendi kendimi tasdiklemem için sebep oldu.
Haricinde Daniel Kaluuya için coştuk, Youn Yuh-jung’un aldığı Oscar’ı anlamlandırmaya çalıştık, Promising Young Woman’a o senaryoyla ödül verilmesini görmezden geldik ve nice hakkı yenmiş adayı da sineye çektik. Arada işte Sound of Metal’a gelen ödüller, The Father zaferleri, H.E.R, Franny derken kendi ritmimizi bulduk galiba. Ama yani, söylememe gerek yoktur da, lütfen bitsin artık şu pandemi. Lütfen! En gelenekselinden, herkesin birbirini pohladığı, aşırı pahalı setler içerisinde multi milyonerlerin birbirine altın heykelcikler dağıttığı o ayrıcalıklı günlerimize geri dönmek istiyorum. Özledim, Hollywood zenginlerimin dolgularını özledim…
Bir kez daha kazananları hatırlayalım:
FİLM Nomadland | Frances McDormand, Peter Spears, Mollye Asher, Dan Janvey, Chloé Zhao
YÖNETMEN Chloé Zhao | Nomadland
ERKEK OYUNCU Anthony Hopkins | The Father
KADIN OYUNCU Frances McDormand | Nomadland
YARDIMCI ERKEK OYUNCU Daniel Kaluuya | Judas and the Black Messiah
YARDIMCI KADIN OYUNCU Youn Yuh-jung | Minari
ÖZGÜN SENARYO Promising Young Woman | Emerald Fennell
UYARLAMA SENARYO The Father | Florian Zeller, Christopher Hampton
KURGU Sound of Metal | Mikkel E. G. Nielsen
GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ Mank | Erik Messerschmidt
PRODÜKSİYON TASARIMI Mank | Donald Graham Burt, Jan Pascale
KOSTÜM TASARIMI Ma Rainey’s Black Bottom | Ann Roth
ÖZGÜN MÜZİK Soul | Jon Batiste, Trent Reznor, Atticus Ross
ÖZGÜN ŞARKI “Fight for You”; Judas and the Black Messiah | H.E.R., Dernst Emile II, Tiara Thomas
MAKYAJ & SAÇ TASARIMI Ma Rainey’s Black Bottom | Sergio Lopez-Rivera, Mia Neal, Jamika Wilson
SES Sound of Metal | Nicolas Becker, Jaime Baksht, Michelle Couttolenc, Carlos Cortés, Phillip Bladh
GÖRSEL EFEKT Tenet | Andrew Jackson, David Lee, Andrew Lockley, Scott Fisher
ULUSLARARASI FİLM Another Round (Danimarka)
ANİMASYON Soul | Pete Docter, Dana Murray
BELGESEL My Octopus Teacher | Pippa Ehrlich, James Reed, Craig Foster
KISA FİLM Two Distant Strangers | Travon Free, Martin Desmond Roe
KISA ANİMASYON If Anything Happens I Love You | Will McCormack, Michael Govier
KISA BELGESEL Colette | Anthony Giacchino, Alice Doyard