Oscar sezonu araya girdiği anda bütün dengem şaşıyor benim. Hemen filmlere dönüyor, sinemadan daha çok zevk verdiğini gizleyemediğim televizyona sırtımı çeviriyorum. Ancak pandemi senesinde oluşumuz, TV’nin cılız bir dönem geçirmesi ve sizlerin de her zamankinden daha çok öneriye ihtiyacınız olduğunu bildiğimden geç de olsa biriktirdiğim yapımlarla çene çalacağım birkaç gün boyunca. Her gün izleyip de rafa kaldırdığım beş adet diziyi karalamayı planlıyorum. Hem 17 Haziran’da start alacak Emmy oylaması öncesinde de ufak bir alıştırma turu olur, fena mı? Kim tutabilir televizyonun altın çağını, altın çağdan ölene kadar diyerek yine ve yine sağ ayağımızla girişi yapalım…
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
LOVECRAFT COUNTRY (1. Sezon)
Matt Ruff’ın 2016 tarihli aynı adlı romanından ekrana uyarlanan Lovecraft Country, dramalardan yana zayıf geçen sezonda ilaç muamelesi görüp her türlü ödül töreninde mükafatlandırılmasa bile anıldı. Ben de artık direnmenin anlamı yok diye başına rötarlı oturanlardanım. Fantastik öğeleri bol bir American Horror Story sezonunun doğru ellere teslim edilmesi hâlinde ne izlerdik sorusuna bir cevap aslında bu yapım. Korku türünün bütün keyif veren parçalarıyla siyah kültürü tek potada eriten bir metin var zaten elimizde. Diziyi televizyona taşıyan Misha Green de ellilerin Amerika’sına dönüp hem azıcık normlarıyla oynanmış kirli bir tarihin hatırlatmasını yapıyor, hem de asırlık bir intikamın peşi sıra koşuyor aslında. Jurnee Smollett’tan Jonathan Majors’a, Wunmi Mosaku’dan Jamie Chung’a çalıştığı genç oyuncu kadrosu da hatırı sayılır performanslarıyla bezemiş o gizemli ve tekinsiz dünyayı. Hâlâ denemeyeniniz varsa tez vakitte otursun başına!
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
SERVANT (2. Sezon)
M. Night Shyamalan artık benim için o kadar uzak bir hatıra ki ne tür bir beklentiyle elinden çıkan işleri izlemeye devam ettiğimi ne yaparsam yapayım açıklayamıyorum. Keza Servant’ın başladığı yerden biten ikinci sezonuyla ilgili olarak da aynı yerdeyim. Dört sezon 40 bölüm diye çıktıkları yolda ilk serinin inşa ettiği dünyayı hiçbir şekilde terk etmeden kendi kuyruklarını kovalamasını izlettirdi bize devam bölümlerinde de. Zaten filmografisinin sinema ayağında da biliyorsunuz ki türemekten, aileden yana övgüyle bahsediyormuş gibi insan evladının ne kadar nefret edilesi bir varlık olduğunun durmaksızın altını çizen bir serzeniş ve çözümsüzlüğe sırtını dayama hâli var. Servant da aynı yere mevzilenmiş. Varoluş sancıları için tek bir ağrı kesici almıyor, kafasını meşgul eden iltihaplı düşünceleri antibiyotikle yatıştırmıyor. Salt kakafoni, salt zevzeklik. Ben de geçtim artık bu basit oyunlara düşecek yaşları diyerek salvomu yapayım.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
LOSING ALICE (Mini Dizi)
Geçtiğimiz yaz İsrail televizyonlarında gösterdiği başarıdan sonra Apple’ın kendi kitaplığına ekleyerek dünyayla buluşturduğu Losing Alice, Hollywood’un defalarca ziyaret ettiği bir temanın izinden gidiyor. Ellilerine yaklaşmış bir yönetmen ve oyuncu eşi, kariyerinin duraklama döneminde yeni projelerine ilham olan genç bir senaristin hayatlarına girmesiyle kendilerini baştan aşağı dev bir sorgulamanın ortasında buluyor. Evlilikleri, hayata baktıkları yer, sanatla olan ilişkileri, üretmeye ve karşılığında gördükleri ilgiye duydukları ihtiyaçlarına kadar her şey teker teker elden geçiriliyor. Çok büyük bir olay sahnesi yaratmak gibi bir derdi yok Losing Alice’in. Finaline doğru kurguyla gerçek arasındaki sınırlar ile türlü oyunlara girişse de yaratıcı – ilham dinamiğinin gerilimi bol bir dekorda etüt etmekle uğraşıyor yalnızca. Bu yüzden de fazlasıyla sürükleyici bulup, epey keyif aldım ben seyrinden. Ayelet Zurer’i de dişe gelen bir rolde görmeye hasretmişiz, onu anladım.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
SHAMELESS (11. Sezon)
Bitse de gitsek sohbetlerimizin uzun zamandır bir parçasıydı Shameless. William H. Macy’nin hânesinde gerçekleşen skandallarla dizinin aldığı sayılı Emmy adaylığı da güme gitti; ama esas kan kaybını tüm bu hengamede tutkal vaziyeti gördüğünü anlamadığımız Emmy Rossum’un vedasıyla yaşadık. Ardından ne yapılırsa yapılsın, Gallagher ailesinin bireyleri diziyi sırtında taşımayı beceremedi. Ekrana veda ettikleri son parçada da açıkçası konuşmaya değer tek bir hikâye yok. Kabul ediyorum, Reşat Nuri Güntekin’in yerden yere savurduğu Tekinler’in hayatını lineer kabul etmemize sebep olacak bir gidişizini takip ediyordu zaten Shameless ahalisi. Ancak büyüyen aile bireylerinin kaderlerini tamamen komedi malzemesi yapmaya başladığı yerde talihsizlikler birer karikatüre dönüştü. Biz de herhangi birinin başına ne geldiğini umursamaz olduk. 11. sezonun da durumu da malum. Sonunu getirebilenlerimize madalya takılsa olur.
[/two_third_last]
[one_third][/one_third]
[two_third_last]
CLOSE ENOUGH (2. Sezon)
Aynı televizyon takvimine iki sezon birden sığdıran Close Enough, yaz aylarındaki ilk seriyle toplu düşünülebilecek bir kimyası bulunan yeni bölümleriyle kutsadı ekranlarımızı geçtiğimiz aylarda (Ne, Şubat mı?!?). Hâlâ izlememiş olanlar için özet geçecek olursam, yeni yeni ebeveynliğin tadına bakmaya başlayan milenyallerden bir çifti alıp uyum sağlamaya çalıştıkları yeni hayatları ve eskiye duydukları özlem ile aslında eskiye de ait olmadıklarının bilinci arasında mekik dokuyarak ekmeğini çıkarıyor. Fikirleri de onar dakikalık üstelik. Her bölümde iki farklı skeç izleyip tek hamlede yutuyoruz. Bu sefer evin çocuğunu da görmezden gelmeyip biraz onun perspektifi üzerinden de aileyi tanıtmaya özen göstermişler üstelik. Dolayısıyla ilkinin üzerine koyduklarını ve devamını de merakla beklediğimi söyleyebilirim. Tek bir sıkıntımız var: Close Enough’u kimse izlemiyor! Neden izlemiyor? BoJack Horseman bitince aç kalan animasyon bağımlıları nerede?
[/two_third_last]
Yarın: The Falcon and the Winter Soldier, Made for Love, Calls, Resident Alien ve Solar Opposites