Eleştiri
Boiling Point
Brit televizyonlarının önemli dizilerinde her daim boy göstermiş ve genel izleyicinin adını henüz ezberlemeye başladığı Stephen Graham’ı başrolünde barındıran Boiling Point, adından da anlaşılacağı üzere kaynama noktasının çevresindeki tehlikeli hatta dolaşarak ağır ağır pişiyor. Yönetmen/senarist Barantini, hikâyeyi parçalara bölmektense bütün sorunları çalışanların üstüne aynı anda boca etmeyi seçmiş. Dolayısıyla içinden çıkılamayacak gibi duran bir kargaşanın arasında nefeslenmeye yer arıyoruz. Ancak kamera da tek plan tercihiyle hiç durmadığından bunu başarmak giderek imkânsızlaşıyor. Çünkü Barantini odak noktasını her değiştirdiğinde yeni bir problemle tanışıyor ve endişelendiğimiz, sırtımızı çevirerek unutmuşuz gibi yapmaya çalıştığımız bir diğer kanayan yaranın üzerine bir tane daha ekliyoruz.
Bilinmedik öykülerle kimseyi oyalama niyetinde değil Boiling Point. Aksine hırsın, rekabetin olduğu bütün acımasız sektörlerden aşinalık edindiklerimizin bir özetini çıkarıyor. Minimum maaş, maksimum eforla çalışmış/çalışan herkesi tetikleyecek kadar da tehditkâr hatta. Hayallerinin peşinden sürüklenirken kimleri nasıl sömürdüğünün farkında olmayan patronlara ve bir taraftan da ölüm kalım mücadelesine dönüşen, paranın her anlamda değer kaybettiği günümüzde bu tür işlere mecbur kalanlara tanıdık gelecek içeriğinin haddi hesabı yok. Tabii esas manevrasını daha sinemaya dair bir yerde, pür kaosun cayır cayır alev aldığı çıkışsızlık duygusunu teknik anlamda taviz vermemeye çalışırken yapıyor Boiling Point. Muntazam performansları, bir an olsun aksamayan temposu bundan daha mutlu değil ama daha iyi tasarlanmış bir final hak ediyor, orası kesin. Sosyal eşitsizliğin gelir, kültür, cinsiyet ve ırk kaynaklı bütün koridorlarında ufak bir gezi yaparken ne yazık ki başından sona belli macerasının nihai basamağında tökezliyor. Keşke bu döngünün asla bitmeyeceğini kabullenen bir yerde kapansaydı da, akıllarda 2021’in sinema zirvelerinden biri olarak kalsaydı…