Eleştiri
Benediction
Adını Benediction sayesinde ezberime yerleştirdiğim Jack Lowden’ın oyuncu olarak yaptığı tercihler büyük bir önem teşkil etmekte film için. Çünkü hem gösterişli ve perdeden taşan bir performans çıkarıyor ortaya, hem de mübalağalı tarafını Sassoon’un doğasında eriterek bir şekilde ekonomik göstermeyi başarıyor. Gizli kapılar ardında da olsa istediği hayatı dönemin koşulları altında bir şekilde yaşamayı başaran şairin sağduyusuyla da sürekli bir kontakt hâlinde sanki. Davies’in kamerasını, karakterin yaşlılığını canlandıran Peter Capaldi’ye çevirmediği bütün anlarda yük bütünüyle Lowden’ın omuzlarında. Ve bağıra çağıra sevip sevişemediği bir dünyada hayatı bölüşebileceği birini bulduktan sonra onu çok eşliliğin hırçın kollarına teslim ederken de bütün kırılganlığını hem beden oyununa, hem de diksiyonuna yansıtış biçimi neredeyse ustaca. Belki filmle bu denli derin bir iletişim kurabilmemin arkasındaki yegâne sebep Lowden’dır diye düşündürecek kadar yetkin hatta.
Terence Davies’in görsel anlamda kariyerinden herhangi bir filmle eşleştiremediğimiz anlatısı, romancılığıyla da bilinen yönetmenin kariyerinden bir başka gövde gösterisi olmayı da başarıyor buna karşın. Benediction hem hatırlayamadığımız kadar uzak bir hatıra oluyor, hem de içerisinde hiç yabancılık hissetmediğimiz bir evren kuruyor diğer taraftan. Sassoon’un sürekli değişen oyun arkadaşlarıyla birlikte perdede ikiden fazla oyuncuyu çok az gördüğümüzden rejisi kuvvetli bir sahne çalışması izliyormuşuz hissiyatı da baki. Yavaş yanan, hiçbir şeyi aceleye getirmeyen tavrının herkese hitap etmeyeceğini not düşmeli elbette. Ama Davies’in filmografisinde seyircisine kollarını sonuna kadar açan bir film bulabilmek pek mümkün değil zaten. Yönetmen, Benediction’da seçici davranarak Sassoon’la tanışmak isteyenlere aralıyor kapılarını. Kimseyi onu sevmeye zorlamıyor, gözlemlemek isteyenlere bir medyum yaratıyor yalnızca.