Oscar 2022

94. Akademi Ödülleri’nin ardından…

Yayınlandı

on

Jessica Chastain

Kabus gibi geçen bir sezonun daha sonuna geldik. Aslında 11 ayda tamamlamış olsak da Oscar’ın mart sonuna kalması hepimizin devrelerini bozdu sanıyorum ki. Bu “ekstra” süre AMPAS üyelerine de düşünmek için zaman tanıdı. Kendilerini, bilhassa En İyi Film kategorisinde yeni bir favori ararken buldular. Endüstri ödülleriyle başımıza gelecekleri az çok anlamıştık da zaten. CODA için yollar birer birer açıldı ve nihayetinde aday edildiği 3 kategoride de galip gelerek, yılın içeriği en zayıf, Hallmark filmlerinden hâllice bir filmi Crash ile Green Book’un yanında yerini aldı.

Söylenecek çok da bir söz yok aslında. Kısalar haricinde sadece 2 dalda (o da risk aldığım için) yanlış tahmin yaptığım, Gold Derby’deki bahis oranlarına baksanız bile yüksek yüzdelere ulaşabileceğiniz bir yıl geçirdi Akademi Ödülleri. Tahmin edilemeyecek tek bir zafere rastlamadık. Belfast’ın özgün senaryo kategorisinde elde ettiği galibiyete değinilebilir belki ama Paul Thomas Anderson’ın olduğu yerde başka bir adaya oy verme gafletine düşen bir kurumun akli melikeleri ve film değerlendirme kabiliyetlerini, daha da önemlisi zevklerini konuşmaya değer mi emin olamıyorum. Bir tarafta usta bir kalem, diğer tarafta Beykoz Kundurası’nda çekilen Belfast…

Canımız Flee sıfır çekti. Licorice Pizza, The Worst Person in the World, The Lost Daughter gibi yapımlar ödülsüz kaldı. The Power of the Dog ile West Side Story sadece birer kategoride ödüllendirildi. Bütün bunlar olurken The Eyes of Tammy Faye evine iki altın heykelcik götürdü. Bir türlü bitmek bilmeyen önsöz kıvamındaki Dune, teknik dalları domine ederek 6 zafer elde etti. İnanılmaz keyifli bir sinema yılına, böylesine korkunç bir kazanan listesi yakıştı mı sorusunun ne yazık ki bir cevabı yok. Bohemian Rhapsody ile Green Book’un canını okuduğu 2018’i hatırlatan cinayet mahalini zarftan çıkan sürpriz bir isim kurtarabilirdi belki ama o da olmadı.

Ariana DeBose

Yayıncı kuruluşun ısrarları sonucu tören öncesi dağıtılan sekiz ödülden pek bir şey anlayamadık. Hans Zimmer’ın neredeyse 30 yıl sonra ikinci Oscar’ını alışına, Riz Ahmed’in kısa film dalında ilk ödülüne kavuşmasına doğru düzgün sevinemedik. Yalnız sunucuların, bilhassa törenin ilk yarısında varlık göstererek durumu epey toparladığını ve Altın Küre olmadan tamamladığımız sezonda seyirciye ihtiyaç duyduğu salvoları hediye ettiğini söylemezsem olmaz. Herkesin aklına gelebilecek sıradan esprileri yaptığı için Twitter ahalisinin “Benden çaldı, hayır benden çaldı!” diyerek sinirlendiği Amy Schumer’a da bir hayli güldüğümü de not düşeyim. Varsın sevilmesin beğenilmesin, hiç çekinmeden canını okumaya devam ediyor şov dünyasının.

Tabii asıl konumuz Will Smith olayı. Chris Rock, Jada Pinkett Smith’in saçsız olmasıyla ilgili “G.I. Jane” üzerinden bir espri yapınca Will Smith sahneye çıkıp Chris Rock’a tokat attı ve ardından da tüm salonun duyacağı şekilde (ABD yayınında sansürlendi burası) “Eşimin adını ağzına alma!” diye bağırdı. Gerçek midir, değil midir derken kısa bir sürede salondaki gerilim ve oradan gelen haberlerle olayın herhangi bir şaka barındırmadığını öğrenmiş olduk. Meselenin geçmişinde Jada’nın saçkıran hastalığı konusunda medyada epey açık ve senelerdir bunu televizyon programında konuşuyor olması bulunsa da şiddeti herhangi bir olayın çözümü, tepkisi olarak kabul etmek, bütün dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir programda canlı canlı şiddet failinin yaptıklarına tanıklık edip sonrasında bütün salonun onu alkışlara boğduğunu izlemek hepimiz adına felaket bir deneyimdi.

Chris Rock’ın #MeToo ertesi töreni sunduğu yıl yine Jada Pinkett Smith’le ilgili yaptığı espriler akıllara geldiğinden bu olayın kökü nerelere dayanıyor diye düşünmeden edemiyor insan. Ayrıca Will Smith’in de zamanında yine bir gazeteciye herkesin gözü önünde attığı meşhur bir “tokat” daha var. Şakanın bayatlığından bağımsız daha çokça konuşur, bu olayın derinliklerine iner, Akademi’nin Oscar’ı geri alma ihtimalini de gündeme getiririz diye düşünüyorum ilerleyen günlerde. Tüm bunları ailesinin hayatını psikolojik şiddetle mahvetmiş Richard Williams rolüyle Oscar’a aday edildiği gece yaşaması da çok manidar. Toksik masküliniteyi yerden yere vuran The Power of the Dog’ın ödül aldığı bir ortamda tokat hadisesinin vuku bulması da bir başka mesele.

Savunanların bize kafayı yedirteceği, “Ama karısına hakaret etti!” şeklinde şiddetin meşrulaştırılacağı ilerleyen günlerde beni teselli eden tek şey, CODA’yı hızla unutacak olmamız. Buradan canım ciğerim Paul Thomas Anderson’a, Andrew Garfield’a, Alana Haim’e, Benedict Cumberbatch’e, Ari Wegner’a, Renate Reinsve’ye ve hakkı yenmiş daha sayısız isme selamlarımı ileteyim ben son olarak. Ariana DeBose’nin teşekkür konuşmasını da sonsuza kadar tekrarda dinliyor olacağım. Neyse, bir sezondan daha kurtulduk. Hedefimiz çarşamba günü yayınlayacağım yeni Oscar yazısıdır, ileri!

FİLM CODA | Philippe Rousselet, Fabrice Gianfermi, Patrick Wachsberger
YÖNETMEN Jane Campion | The Power of the Dog
ERKEK OYUNCU Will Smith | King Richard
KADIN OYUNCU Jessica Chastain | The Eyes of Tammy Faye
YARDIMCI ERKEK OYUNCU Troy Kotsur | CODA
YARDIMCI KADIN OYUNCU Ariana DeBose | West Side Story
ÖZGÜN SENARYO Belfast | Kenneth Branagh
UYARLAMA SENARYO CODA | Sian Heder
KURGU Dune | Joe Walker
GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ Dune | Greig Fraser
PRODÜKSİYON TASARIMI Dune | Patrice Vermotte, Zsuzanna Sipos
KOSTÜM TASARIMI Cruella | Jenny Beavan
ÖZGÜN MÜZİK Dune | Hans Zimmer
ÖZGÜN ŞARKI “No Time to Die”, No Time to Die | Billie Eilish, Finneas O’Connell
MAKYAJ & SAÇ TASARIMI The Eyes of Tammy Faye | Linda Dowds, Stephanie Ingram, Justin Raleigh
SES Dune | Mac Ruth, Mark Mangini, Theo Green, Doug Hemphill, Ron Bartlett
GÖRSEL EFEKT Dune | Paul Lambert, Tristan Myles, Brian Connor, Gerd Nefzer
ULUSLARARASI FİLM Drive My Car
ANİMASYON Encanto | Jared Bush, Byron Howard, Yvett Merino, Clark Spencer
BELGESEL Summer of Soul | Ahmir “Questlove Thompson, Joseph Patel, Robert Fyvolent, David Dinerstein
KISA FİLM The Long Goodbye | Aneil Karia, Riz Ahmed
KISA ANİMASYON The Windshield Wiper | Alberto Mielgo, Leo Sanchez
KISA BELGESEL The Queen of Basketball | Ben Proudfoot

1 Comment

  1. Sonat

    28 Mart 2022 at 19:43

    Ben dün gece sinema ödül töreni mi izledim yoksa grammy’mi izledim??? Ümit ediyorum akademi, önümüzdeki yıllarda, varoluş sebebinin sinema sanatını ödüllendirmek olduğunu hatırlar. O bir çırpıda geçtikleri 9 kategori ile birlikte, tüm kategorilerdeki adayların sekanslarını eşit bir şekilde izlemek ve kazananın konuşmasını dinlemek istiyorum. Oscar’ın yayın hakkını netflix alsada bir rahatlasak.
    Ayrıca akademinin değişmesi konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. Kimse kusura bakmasın ve kimse üzerine alınmasın ama akademi bence şu anda bile fazla uluslararasılaştı !
    Oscarlar, 10 yıl içinde, Independent Spirit, Gotham ödülleri gibi, sadece bağımsızları ödüllendiren bir ödül olma yolunda ilerliyor. Ben bu durumdan hiç hoşnut değilim. Çünkü Yüzüklerin Efendisi: Kral’ın Dönüşü gibi, Mad Max: Fury Road gibi, Kara Panter gibi ve bu seneki Dune gibi filmlerin önemli kategorilerde kazanması her geçen sene daha da zorlaşıyor. Bu tür filmler teknik dallarda ödül verilerek geçiştirilmeye başlandı. Oscar’ları kırmızı halısından başlayarak en son dakikasına kadar hiç uyumadan 25 yıldır izliyorum. Ama özellikle son 3 yıldır Oscar heyecanım yerlerde sürünüyor. Ah ah nerede o 1999 ödül töreni, 2003 ödül töreni. Çok özlüyorum o günleri. Ne olur bu kadar uluslararasılaşma yeter hatta bence biraz kırpın 🙂 yoksa Oscar (bence) basit bir ödül töreni haline gelecek. Independent Spirit’i bugün kaç kişi izliyorsa, Oscar’ı da o gün o kadar kişi izleyecek.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version