2022 BFI Flare: Londra LGBTQIA+ Film Festivali’nden dört film daha konuşup kapatacağım bu faslı. Bir önceki yazımda da belirtmiştim, ne yazık ki benim adıma bereketsiz geçti ve görmek istediğim çoğu filmi yakalayamadım. Neyse sıramızı savdık, bu seneyi de BFI Flare’siz geçirmedik diyelim olsun bitsin. Buyursunlar…
PRIVATE DESERT (Deserto Particular) | Yönetmen: Aly Muritiba | Oyuncular: Antonio Saboia, Pedro Fasanaro, Thomas Aquino | Senaryo: Aly Muritiba, Henrique Dos Santos | 120 dakika | Drama, Romantik
Bu yıl 94. Akademi Ödülleri’nde Brezilya’yı temsil etmesi için uluslararası film kategorisine gönderilen Private Desert, bana Deniz Gamze Ergüven’in Türkiye’deki gerçekleri kurgusu için görmezden geldiği, dünyadan bihaber Mustang’ini hatırlattı. Azıcık bile olsa kuir harekete dahilseniz ve dünyada ne olup bittiğine kulaklarınızı tıkamıyorsanız Brezilya’daki transfobiden, emniyet güçlerinin zulmünden, devlet desteğiyle gerçekleşen cinayetlerden haberiniz vardır. İşte Private Desert sanki böyle bir ülkede geçmiyormuşçasına, toksik maskülinitenin bağrından kopup gelmiş ana karakterini inanılması güç eylemlerle çıkarıyor sahneye. Telefon üzerinden kurduğu “sanal” sevdasında cis kadın zannettiği sevdiceğiyle yüzleşince doğasıyla tezat hareketler sergileyen Daniel’ın mevcuttaki hayatına duyduğu nefretle yumuşadığına inanmamızı çok istiyor Private Desert. Fakat bunun sağlamasını yaptığı coğrafya o kadar zalim ki, okyanusun diğer ucundaki gerçeklikten kopamıyoruz bir türlü. Film bütün sermayesini kurgunun içerisinde dolambaçsız ve dürüst bir pencere açmaya yatırdığı için var olmayan gerçekle hayaller âleminden fırlamış gibi duran tasviri kontrastın en büyüğünü yaratıyor. Bir de gerçekten sabrımız kaldı mı bu “iyileşmek için” tutunacak bir dala ihtiyaç duyan erkeklere? Biz kimsenin güvenli limanı olmak, bu uğurda acı çekmek, zarar görmek istemiyoruz artık. E yeter!
COP SECRET | Yönetmen: Hannes Thór Halldórsson | Oyuncular: Nína Petersen, Sverrir Thór Sverrison, Hannes Thór Halldórsson | Senaryo: Audunn Blöndal, Egill Einarsson, Björn Hlynur Haraldsson | 98 dakika | Aksiyon, Komedi
Kuir bir festivalde kendini keşfetmeyi konu almayan kurgusal bir film izlemek nasıl iyi hissettiriyor bilemezsiniz. İzlanda üretimi aksiyon – komedi filmi Cop Secret, sadece bu yıl değil BFI Flare tarihimde tadına baktığım en farklı yapım oldu. Erkek egemen polis hikâyelerinde, ortaklığın içerdiği homoerotizmi tiye alarak aksiyonun peşinden ten tene koşturan Cop Secret, taze olduğu kadar absürt, absürt olduğu kadar da pasaklı. Ana akımın bütün saçmalıklarıyla dalga geçme niyeti içerisinde “camp“ten öte bir karikatüre evrilmese neler neler yaparmış kim bilir. Daha yetkin ellerde neye dönüşürdü diye hayaller kurarak izledim tamamını. Çünkü ne yazık ki vaat ettiklerinin bir çoğunu yerine getiremiyor bu sulu güldürü. Alay edeceğim derken alay meselesine dönüşüyor, elini attığı kuir yakınlaşmaları zayıf bırakıyor ve kötü adamlar potpurisinden sağdığı karakteriyle de izini iyice kaybediyor. Yine de, verdiğim nota aldırış etmemizini rica ederek hatta, yeni bir şey deneniyor olmasını sonuna kadar takdir ediyorum. Flare’deki 10 günlük kısa maceramda, izlediğim film sayısının azlığına rağmen, bunalmak üzereydim dünyayı kendi etrafında dönüyor zanneden genç âşıklardan, bitmek bilmeyen buhranlardan. Hepimiz Romeo olmak zorunda değiliz gençler. Arada aptal, kel ve kaslı polisler de lazım!
WET SAND | Yönetmen: Elene Naveriani | Oyuncular: Bebe Sesitashvili, Gia Agumava, Megi Kobaladze | Senaryo: Elene Naveriani, Sandro Naveriani | 114 dakika | Drama
And Then We Danced’in tadı damağımızdayken yine kuir soslu bir Gürcü filmiyle yeşillendik. Wet Sand küçücük bir sahil kasabasında intihar ederek ölen Moe’nun ardından hem kasaba halkının, hem de ailesinin geçmişten bugüne sırlarla dolu sandıklarını açıp toplumsal kimliğini sorguya çekiyor Gürcistan’ın. Olanı biteni halı altına süpürmeyi seven kültürlerin ceremesini sınıfın, dilin, dinin, cinsiyetin, yönelimin ve daha nicesinin kategorize edildiği piramitlerde tabandakiler çeker imasında bulunan yapım, yaşını almış ama intiharla sonlanmış bir aşkın da matemini tutuyor. Duygular coğrafyasında volta atmayı seven bir anlatı inşa etmiş Elene Naveriani. Esi bol, konuştuklarıyla boşluklarını da ayrı tutan bir hikâye ayrıca. Sanki sessizlikler bir şeyleri ifade etmek için değil de, sadece nefeslenmek, olanı biteni hazmetmek için varmışçasına dingin. Ancak bu da tempoda ciddi sarkmalara yol açmış. Bu noktada ben iki ana karakterine sarılmayı tercih ettim. Bir tarafta karanlıkların içerisinde özgür kalmaya çalışan bir gay, diğer tarafta da toplumsal cinsiyet normlarını elinin tersiyle ittiği için herkesin “garipsediği” Moe. Bir garip aşktan bir garip ölüme, bir garip vedadan bir garip arkadaşlığa… Karadeniz’i Ege sahillerinde geziyormuşumcasına sahiplendiğimi de not düşmek isterim.
THE FIRST FALLEN | Yönetmen & Senaryo: Rodrigo de Oliveira | Oyuncular: Johnny Massaro, Renata Carvalho, Vitor Camilo | 107 dakika | Drama
The First Fallen’la da seksenli yılların Brezilya’sına ışınlandık. Private Desert’tan farklı olarak bu sefer ülkenin dünü ve bugünü hakkında bilgi sahibi bir film var karşımızda. Dönemin daha çok transları ve eşcinsel erkekleri hedef alan salgını AIDS’in tesiri altındaki kuir komüniteyi konu alıyor film. Her karakteri nevi şahsına münhasır, renkli ve hayattan daha büyük. Geçtiği zaman aralığından pek çok öykü dinlediğimiz için tanıdık gelse de The First Fallen’ın HIV tehdidi karşısında tek başına çekilmek zorunda kalınan acıları değil de dayanışmayı ele alması pek kıymetli. Korkunun ikincilleştiği bir mücadeleyi, aile olmanın sadece kan bağından geçmediğini anlatan bir diğer film esasında. Yalnızca bunu okyanusun diğer tarafından yapıyor. Genel olarak Flare’deki bütün filmlere getirdiğim tek eleştiriyle tutsak edeceğim The First Fallen’ı da: Tempo problemi. İnanılmaz bir tekerrür formülünün mağduru olmuş sanki. Her sahne biraz önce izlemişizcesine tanıdık. Kadraja giren birkaç yaratıcı sayılabilecek fikri haricinde hep en kolay akla gelene yöneliyor. Kurgu masasında güzelce elden geçirilmek istemiş gibi. Yine de beni ağlatan film karnımı doyurandır ekonomisi üzerinden topluyor puanlarını. Hançeri sadece sokmakla yetinmeyip, bir de tam tur çeviriyor etinizi dağlamak amacıyla. Ardından sağlam kalabilene aşk olsun.
LGBT dayanışmasını anlatan filmlerin hep geçmişte kalan hikayelere odaklanması epey ilgi çekici. Artık müttefik bulmak ve dayanışmak yerine kendisi gibi olmayan herkesi düşman addeden ve neredeyse mizojiniyi, homofobiyi ilerici olduğunu iddia ettikleri bir cinsellik algısıyla sahiplenen yeni aktivizmin ötekileştirici, dışlayıcı ve kavgacı zamanlarında dayanışma hikayesini zaten geçmiş dışında nerede bulabiliriz ki? Bu nedenle seksenlerdeki AIDS korkusunun bir araya getirdiklerine, evinden atılanların kurdukları edinilmiş ailelere, eşcinselliğin henüz “adını söylemekten çekinen” bir aşk olduğu zamanlara geri dönüyor her hikaye. Beraberlik hissini özlüyoruz sanırım.
Metin C
7 Nisan 2022 at 22:54
LGBT dayanışmasını anlatan filmlerin hep geçmişte kalan hikayelere odaklanması epey ilgi çekici. Artık müttefik bulmak ve dayanışmak yerine kendisi gibi olmayan herkesi düşman addeden ve neredeyse mizojiniyi, homofobiyi ilerici olduğunu iddia ettikleri bir cinsellik algısıyla sahiplenen yeni aktivizmin ötekileştirici, dışlayıcı ve kavgacı zamanlarında dayanışma hikayesini zaten geçmiş dışında nerede bulabiliriz ki? Bu nedenle seksenlerdeki AIDS korkusunun bir araya getirdiklerine, evinden atılanların kurdukları edinilmiş ailelere, eşcinselliğin henüz “adını söylemekten çekinen” bir aşk olduğu zamanlara geri dönüyor her hikaye. Beraberlik hissini özlüyoruz sanırım.