Eleştiri

Beautiful Beings

Yayınlandı

on

Yönetmen & Senaryo: Guðmundur Arnar Guðmundsson | Oyuncular: Birgir Dagur Bjarkason, Áskell Einar Pálmason, Viktor Benóny Benediktsson, Snorri Rafn Frímannsson, Aníta Briem, Ísgerdur Gunnarsdóttir, Ólafur Darri Ólafsson | 123 dakika | İzlanda, Danimarka, İsveç, Hollanda, Çekya | Drama

Yine İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ilk uzun metrajlısı Heartstone ile de benzer büyüme sancılarının orta yerinde kuir bir varoluşun doğuşunu izleten İzlandalı yönetmen Guðmundur Arnar Guðmundsson, çalışma alanından fazla uzaklaşmamış ve dünyanın en acımasız varlıkları olarak nitelendirilebilecek, şiddete meyilli, zorbalığa ant içmiş ergenlerin arasına karışmış yeni filmi Beautiful Beings’te. Travmalarımızı hatırlatarak nefes almamızın zorlaştığı yapım bir arkadaş grubunu koyuyor merkezine. Annesi geleceği görebilen Addi, okul bahçesinin kaybeden tarafı Balli, hepimizin hayatından geçmiş buluğ çağı israfı Konni ve dört kafadarın ayakçısı Siggi’nin ortak bir noktası var: Baba problemleri. Beautiful Beings isimli ikinci filmini öyle bir kaleme almış ki Guðmundsson, üstüne basa basa bunu söylemiyor olsa da her taşın altından babaların yokluğu, varken çektirdikleri ızdıraplar ya da yanlarında olmayı seçmemelerinden sebep bıraktıkları kalıcı hasarlar çıkıyor. O tahribatın da yol açtığı tek şey, uçsuz bucaksız bir erillik tabii. Neyse ki Guðmundsson, nereye elinizi atsanız babalar yüzünden gün yüzü görmemişlere rastlanan sinema tarihinde hem görsel anlamda daha ikinci filminde oturmuş üslubu, hem de bulunduğu coğrafyanın keşfedilmemiş toprakları sayesinde benzerlerinden ayrılmayı başarıyor.

Heartstone’la ilgili en büyük sorunum, dışarıdan iyi düşünülmüş gibi duran dünyasıyla kendi içerisindeki tutarsızlıklardan dolayı bir türlü bağ kuramayışımdı. İçinde bulunduğu anlatının arka fonuna yerleştirdiği bölüm sonu canavarlarını karikatürleştirmekten pek çekinmeyen Guðmundsson, Beautiful Beings’te de işin içerisine kehanetleri, rüyalarda görülen sırları, maneviyatı güçlü kimseler tarafından konuşulmayanların ifşa edildiği durumları ilave ederek o masaldan bozma hâlin dozunu artırmış. Sert ve can yakan gerçeklerin biraz daha albenili ambalajlara koyularak servis edilmesiyle ciddi sıkıntılarım var açıkçası. Burada iş cinsel suçlara, çocuk istismarına ve hatta ebeveynlerin dünyasına uğramadan kalıcı hasar bıraktıkları çocuklarının kendi yaşıtlarına çektirdiği ızdıraplara vardığı için, realiteden çalan ve hep bir acaba ile açık kapı bırakan Beautiful Beings’e de geçit veremiyorum. Mevzubahis kâbusların kurgusal anlatıdaki tezahürü kafayı metafizikle bozmuş bir ebeveynin çocuğunu da kendi inançlarına alet etmesi, bende karşılığını bulamadı. Hele ki hiçbir şeyin sakınılmadığı ilk çeyreğinden sonra…

Eşsiz bir sevecenlik yardımıyla seyircisini avucunun içine alıp katran karası kaderlerden ışığa doğru yürümeye çalışan Beautiful Beings’in babaların üstüne çizik atarken, anneleri de sessiz kalmayı seçen etkisi eleman olarak perdeye taşıyışı Guðmundsson’un filmografisinde bir ilk değil. Kadın karakterleri inşa etmek ve konuşturmak konusunda pek yetkin olmadığını bu filminde de saklayamamış. Esas anlatıda büyük bir yeri olmamasına karşın değinmeden edemeyeceğim bir konu daha var… Sinemaya LGBTİ+ pozitif bir mesajı bulunan bir filmle başlamış biri olarak, toksik masküliniteyi kimseler göstermese bile benimseyecek çocuk karakterlerine transfobik şaka yaptırıp bir de üstüne kahkahalarla güldürmenin ne anlamı vardı çok merak ediyorum. Gerçi kuir yemlemeleri, gösterip de izah etmeyen homoerotizmi sonuna kadar kullanmış, tabir-i caizse sinsi bir anlatıcıdan tertemiz bir hasar raporu bekleyerek hata ediyor olabilirim.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version