Eleştiri

Rose

Yayınlandı

on

Yönetmen: Aurélie Saada | Oyuncular: Françoise Fabian, Aure Atika, Grégory Montel, Damien Chapelle, Pascal Elbé, Mehdi Nebbou | Senaryo: Yaël Langmann, Aurélie Saada | 102 dakika | Fransa | Drama, Komedi

Éric Rohmer ve Claude Lelouch gibi usta isimlerin filmlerinden tanıdığımız Françoise Fabian’ın başrolünde yer aldığı, kendi küçük, kalbi büyük bir iş Rose. 41. İstanbul Film Festivali seçkisinin de gizli hazinelerinden biriydi bana kalırsa. Aurélie Saada’nın ilk uzun metrajlısı olma özelliğini taşıyan yapım, 78 yaşında ve eşini henüz kaybetmiş bir kadını konu alıyor. Mateme dair ağırlığı üzerinde çok tutmadan, kaçırdığını dahi fark etmediği hayatı kocası öldükten sonra yakalamaya başlıyor Rose. Ağzına sürmediği alkolden keyif almayı öğreniyor, çocukları için endişelenmeyi bir kenara bırakıp bencil hissetmeden de kendine vakit ayırabileceğini görüyor… Hedonizme dair tabularını yıkıyor bile denebilir hatta. Tabii tüm bunlardan önemlisi, Rose bir eş ve bir anne olmanın haricinde kendi kimliğini kendi seçen bir kadın olabileceği gerçeğini fark edince gözleri açılıyor esasında. Bugüne kadar varlığını pek de hissetmediği baskılara göğüs geriyor, yıllardır davranmadığı özüyle dayanışarak küllerinden doğuyor. Kaderinin onu tanımlamasına izin vermemeyi ve kaderini kendi yazmayı esas aldığı bir sayfa açıyor hayatında.

Çok yeni bir fikrin eseri değil Rose kesinlikle. Belli bir yaşın üzerindeki kadınların cinsiyetinden ayrıştırılarak toplumun görünmeyen bir parçası hâline getirilmesine karşı çıkan pek çok anlatıcıyla tanışmıştık daha önce. Saada’nın filminin farkı, inanılmaz bir samimiyetin ürünü olması. Seyircisinin, ana karakteriyle birlikte bir keşife çıkmasına izin veriyor her şeyden önce. Fransa’da yaşayan İsrailli bir ailenin en büyüğü olarak Rose’un hem koşullarla, hem yetiştiriliş biçimiyle, hem de ait olduğu kültürden sebep beklentilerle belli bir normda olmasını buyuran ailesinin karşısında, aslında pek de sıradışı bir şey yapmadan yaş, coğrafya ve cinsiyet konusundaki önyargılarımızla nasıl da ayrıştırdığımızı hatırlatıyor. Sahnenin içerisinde şehvetle kendinden genç birini öpen, sevişmeye meyil eden Rose’a kahkahalarla karşılık veren bir seyirciyle bu filmi izlemek en güzel kanıtı oldu bunun. Mevcuttaki mizahla alakalı değil, belli bir noktadan sonra cinsel hayatın olmayacağı, bu duyguların uyanmayacağı, kadınların kadınlıktan koparıldığının altını çizen kıkırdamalardı bunlar çünkü.

Perdeye pek yakışan Françoise Fabian’ın film içerisinde tonu finale doğru değişen, giderek açılan oyunu Rose’u güçlü kılan etkenlerden bir diğeri tabii ki. Takside usul usul uyurken, performatif bir acı çekme rutinine esir olmazken, bademli votkayı içmeye çalışırken, kızının arkadaşlarıyla olan yemeğinde etrafı şaşkınlıkla izlerken, ilk sigarasını tüttürürken… Hepsi farklı bir Rose, hepsi de bir öncekinden daha cüretkar. Ve Fabian, ölçüsünü çok iyi ayarladığı tempolu performansıyla tek başına filmi sırtında taşıyor. Çocuklarını canlandıran diğer kast üyelerini de takdir etmekle birlikte, filmin kamerasını ana karakterinden ayırdığı her anda kan kaybettiğini düşünüyorum. Çünkü bize bu üç yetişkinin arka plandaki savaşımlarıyla ilgili bilgi verirken meselesini derinleştirecek zamanı bulamıyor, perde Rose’u tekrar gösterdiğinde de anlatılanın bir ehemmiyeti olmadığını fark ediyorsunuz. O yaşanmışlıkları annelerinin gözüne ilişen ufak detaylara sığdırsa ve eforu daha iyi, daha şiddetli bir final yapmaya ayırsaymış Aurélie Saada, belki o zaman film yarıda mı kesildi hissiyatıyla terk etmezdik salonu.

Yorum yazın...Cevabı iptal et

Exit mobile version