Eleştiri
Klondike
Klondike, uzun plan sekanslarına yeni bir aile, bir ev kurabilmek için harekete geçen çiftinin evindeki duvarlardan birini bombayla yıkarak başlıyor. Bununla birlikte umutsuzluğun içerisinde hayatta kalma içgüdüsünün en temel parçası olan üremeyi seçmiş İrka ile Tolik’in verdiği mücadelenin fitili de ateşleniyor. Kapılarını kapattıktan sonra dışarıda olanla, beyaz ekran haricinde ilişiğini kesmeye çalışsa da İrka, eşinin teslimiyetiyle aslında evinin bahçesine kadar girmiş savaşı yok sayamıyor. Ancak Klondike, bu baş eğişe isyan eden Yaryk karakteri haricinde esas üçlüsüne savaşla ya da benimsenen politikayla alakalı net bir cümle söyletiyor denemez. Bunun yerine bu kan pazarının lüzumsuzluğunu daha sinemaya dair bir yerden el alıp, perdedeki savaş yansımalarının asla iyi ses ve görsel efektlerle süslenmemesi gerektiğini beyan ediyor. Film tamamen seyircisini huzursuz hissettirmek üzere kurgulanmış. Dev bir haksızlığın ve acının ortasında, bu topraklarda yaşamış, yaşamaya da devam eden insanların yakasındaki çaresizliği bu yolla tattırıyor.
Klondike’tan çıktıktan sonra üzerine pek de düşünmediğim, fakat hakkında bir şeyler okudukça kafamı karıştıran Donbass’a dair gerçekler, Türkiye’dekine benzer bir “canavarlaştırma” siyasetiyle mi karşı karşıyayım diye düşündürmedi değil tabii. Finaliyle birlikte tüm bu beyhudeliğin neticesinde herkesin öldüğünü not düşen, kan aktıkça hiçbirimizin geleceği yok diyen hâlini, şüpheyle yaklaşanlara bir karşılık olarak tasarladığını düşünüyorum ben açıkçası. Fakat tarafsız bir sinema örneği de demek güç. Net bir şekilde daha acımasız, daha sorunlu resmedilen bir cephesi var Klondike’ın. Bir propagandanın esiri olduğunu iddia edecek kadar uzun boylu değil ama. Zaten Maryna Er Gorbach’ın öfkesinin de Rus militanlardan ziyade er zihniyetin üretimi olan savaşma eylemine yöneldiği, filmini bütün coğrafyaların bedeller ödemek zorunda kalmış kadınlarına adamasıyla anlaşılıyor.