Eleştiri
Everything Everywhere All At Once
Evelyn ve eşi Wayward, Çin’den göç etmiş, geçimlerini işlettikleri çamaşırhaneyle sağlayan, ABD’nin hareket etmezsen can verirsin ekonomisinin içerisinde bir şekilde varlıklarını sürdüren bir çift. Bildiğinden şaşmayan, geleneklerine bağlı ve Evelyn üzerinde sadece var olarak bile baskı kuran babasıyla, kuir olduğunu öğrendiğimiz, hayatıyla ne yapacağına bir türlü karar veremeyen kızı bütün dünyaların orta yerinde sıkışıp kalmış Evelyn’in öyküsünü çok güzel özetliyor esasen. Gördüğü ebeveynlik stillerini kendi kızına uygulayan Evelyn, farkında olmasa da çocuğuyla iletişimini günden güne kaybediyor ve giderek açılan araları da daha sonra varlığını öğrendiğimiz paralel evrenlerin kaçınılmaz kıyametinde temeli oluşturuyor. Swiss Army Man ile ne tür kaçıklar olduğunu bütün dünyaya ispat eden Dan Kwan ve Daniel Scheinert, her şeyin hiçbir şey olduğuna kanaat etmiş, paralel evrenler arasında hasar almadan seyahat yapan Jobu’nun (Evelyn’in kızı Joy) karşısına herhangi bir konuda başarı olmayan, en tekdüze Evelyn versiyonunu koyarken yapmaya çalışılan şey de apaçık belli: Varoluşumuza tüm bu kakafoni içerisinde bir anlam getirebilmek. Ancak net bir cevabın değil, anlamasak da bilgisayara dönmüş beynimizin bir köşesine resmini, anahtar kelimelerini kaydedebileceğimiz tanımların arayışındalar. Keramet, 21. yüzyılın hazmetmeyip absorbe ettiren işleyişine en yaraşan hâlinde diye buyuruyorlar ne de olsa.
The Matrix’ten Paprika’ya, In the Mood for Love’dan Ratatouille’a, Kill Bill’den Michelle Yeoh’nun anlı şanlı kariyerine referanslar vererek mazrufu kabartan yapımın seyirciyle kurduğu bağ ise tamamen bugünün koşulları içerisinde görsel medya üzerinde kurduğumuz hâkimiyetin bir ürünü. Everything Everywhere All At Once, her ne kadar kamerasını tarih not düşülmemiş farklı ortamlara sabitlese de ne bir önceki, ne de bir sonraki sayfaya ilgi duyuyor. Saliselere sığdırdığı, oradan oraya atlayan karelerine rağmen tek muhatabı bugün ve bugünden alınacak yolun biçimi. Kendi külliyatını oluştururken başvurduğu her anlatım aracına da dikkate değer bir ilgisizlikle yaklaşıyor bu yüzden. Çünkü denenmişe, söylenmişe dair pek taze bir yorgunluk var üzerinde ve aynı yollardan tekrar yürüyerek zaman kaybedeceğine inandığı için de hep şekil değiştiriyor, işinin bittiği yerde fazladan dirsek çürütmüyor film. Tıpkı bugünün, dişlilerinde sıramızı savdığımız devasa çarkı gibi Everything Everywhere All At Once da hiç durmuyor.
Filmin, tüm bu umursamazlık ve vazgeçmişlikten, biçim olarak da sürekli kendini yenilerken, serimi, düğümü ve çözümü besbelli bir öyküyle çıkabilmiş olması takdire şayan. Hem de daha evvel duyduğumuz, değişebileceğimize dair bir inanış yaratarak uzanıyor yarınlara. Hoşgörü tüccarlığından makas alan finaline varmadan önce de, esas mutluluğun kendini tanımak ve sevmekten, bunu yaparken de hep bugünde kalmaktan geçtiğini söylüyor sanki. Beni kırıp döken sizi de kırıp dökecek, ama her yara sarılıyor, her şeye alışılıyor diyerek… Mübadeleye değil insana, nesnelere değil cisimlere inanıyor koşullara rağmen. Ümitli mi? Tam olarak değil. Fakat kırılan bir kalbi tamir edecek kadar da hayatı seviyor bir taraftan. İnsanı kıymetli kılanın etkileşimi, duygusal zekâsını kullanabilme kabiliyeti, bir ömrü paylaşabilme yetisi olduğunu da hatırlatarak indiriyor perdeleri. Boğazlara hediye ettiği, sevgiye layık olma hissinin evrildiği koca düğüm de veda busesi oluyor.
Bahadır
2 Aralık 2022 at 19:57
Bu yılın gönlümün efendisi filmi ❤️
Pingback: MUBI Türkiye Kitaplığından Oscar Adayı Filmler - Oscar Boy
Pingback: BluTV Kitaplığından Oscar Adayı Filmler - Oscar Boy