Pek bir ilişkisi bulunmayan yapımları aynı çatı altında buluşturma çabamda, bu sefer doku sinemasının başarılı ve başarısız iki örneğini bir araya getirerek belki de o kadar alakasız bir çay demlemiyorumdur, bilemedim. Hadi neyse, lafı uzatmayalım, işimize bakalım biz…
Yönetmen & Senaryo: Peter Strickland | Oyuncular: Asa Butterfield, Gwendoline Christie, Ariane Labed, Fatma Mohamed, Makis Papadimitriou, Leo Bill, Richard Bremmer | 111 dakika | İngiltere, ABD, Macaristan | Komedi, Drama, Korku
Yeryüzüne uğramış en hakikatli delilerden Peter Strickland’ın sineması herkese hitap etmiyor, orası kesin. İlişki kurabilmek için duyularınızın ayarlarıyla oynamanızı gerektiren, her filminde yenilenen diline teslim olmanızı buyuran bir tavrı var ne de olsa. Ama Flux Gourmet, kesinlikle filmografisinin bugüne kadar ana akıma en çok (o da maksimum bir adım daha fazla) yaklaşmış parçası. Öyküsünü komediyle soslayınca, kafayı mutfak ve beslenme performansına adamış karakterleri bütün absürtlüklerine rağmen ete kemiğe bürünmüş bu defa. Şişirilmiş egolarımızın başrolü üstlendiği, bazen kendinden ötesini gördüğünü düşünse de eko çemberinde nefessiz kalan üretim ve eleştiri döngüsünde mesai yapıyor. Çağdaş sanat kültürüyle belli ki Strickland’ın derdi. Ancak burada kolektif bir biçimde sıra dışını normalleştirerek kendi normlarını yaratan kalabalığa öcü muamelesi de göstermiyor. Aşina olduğumuz stereotiplerin hepsi kendin yer bulmuş Flux Gourmet’nin masasında. Biraz eğilip bükülerek, yaraları güldürüye hizmet edecek biçimde, spot ışıklarına düşkün ancak bir o kadar da münzevi tiplemeler… En güzel tarafı ise burada yarattığı cephelerin yeni hissettirmesi. Direksiyonla hangi manevrayı yapacağını düşünürseniz düşünün, Strickland istikamet aksi yön diyerek vitrini değiştiriyor durmaksızın. Güç savaşları ne bu kurallı normsuzluğa ayak uydurana, ne de takkeyi düşürünce kel göründü diye bağırana avantaj sağlıyor. Salt anarşiye karışmış birtakım mecnunlar işte. Anlam kattığımız her şeyin esasında sadece etkileşim kurmaya layık gördüğümüz için hiçbir şey olmaktan çıktığını hatırlatarak da yapıyor kapanışı. Biraz gaddarca, ama tam da bu kakafoniye yakışır biçimde.
Yönetmen: Mimi Cave | Oyuncular: Daisy Edgar-Jones, Sebastian Stan, Jonica T. Gibbs, Charlotte Le Bon, Andrea Bang, Dayo Okeniyi, Brett Dier | Senaryo: Lauryn Kahn | 114 dakika | ABD | Komedi, Gerilim, Korku
Sundance’te gösterilmesinin ardından vizyona girmesini beklerken bir anda televizyon sınırlarında bırakılan, Emmy değerlendirmesine alınmak için başvurusunu yapan Fresh, son dönemin yükselen iki yıldızını buluşturuyor. Daisy Edgar-Jones ve Sebastian Stan, bugünün flört etme alışkanlıkları hakkında konuşmaya çalışan, fakat şeytanını bir türlü seçemeyen bir film. Önce modern randevulaşma aplikasyonlarını yerden yere vuruyor. Ardından da sıfır dijital profilli, eski usül tanışıklıkların romantizmine inandıracak bir karakterin içerisinden inanılmaz bir cani çıkartarak yapacağı eleştiriyi yarıda kesiyor. Odak noktasını bir türlü belirleyemeyen Fresh, şimdiden yılın en kafası karışık filmi olmaya aday. Tek problemi de kararsızlıktan ibaret değil üstelik. İnsan eti yemeyi seven zenginlere, avladığı kadınları kesip biçerek servis eden sosyopat “konsepti” dahilinde de çok korkak davranıyor. Büyük bir cümle kurmaktan, seyircinin seyrini zorlayacak bir deneyim yaratmaktan bu kadar imtina edenine ilk kez rastlıyorum. Dolayısıyla da bir MTV prodüksiyonu gibi hissettirmekten öteye gidebildiğini söylemek imkansız. Bunun da korku öğeleriyle, ritmi pek de oturmamış bir komediyi birleştirmesiyle de alakası yok üstelik. Fresh, paketinden çıkarılmadığı takdirde daha çok tat verecek bir hülya yalnızca. Bu projeyi doğru yönde geliştirebilecek bir yaratıcı ekip barındırmadığı kesin olduğu gibi sırtını da bütünüyle Marvel evreninin takipçilerini beraberinde getirecek Sebastian Stan ve Normal People ile pandemideki koşullarımızı şenlendirmiş Daisy Edgar-Jones’un varlığına dayamakta.