Eleştiri
Jurassic World Dominion
Veganlığa dair kör parmağım gözüne pankartına gelmeden evvel kendine oyalanmak için birden fazla karakter ve bununla birlikte birden fazla da ark seçiyor Jurassic World Dominion. Yeniler, eskiler, 15-20 yıl sonra varlıklarıyla tekrardan huzurumuzu bozacak mini mini birler büyük teknoloji kuruluşlarının asla masum olmayan niyetlerini gün yüzüne çıkarma amacında buluşsalar da farklı rotalar izliyorlar. Bir tarafta idealler oluşturuyor zemini, diğer tarafta kandan öte bir bağın verdiği sorumluluklar. Hatta mesele kalabalığın en genç halkasına indiğinizde temel varoluş sorgulamalarına bile evrilmekte. Ancak bunu incelikten asla nasibini almamış, özelliksiz fikirlerin oluşturduğu bir kakafoninin içerisinde ve mantık sınırlarını zorlayan bir plastikliği her yerine bulaştırarak hallediyor. Tüm bunlara ilaveten Jurassic World Dominion’ın teknolojiyi yeniden keşfediyormuş gibi davranmasının getirdiği, seyircisini afallatan bir tarafı da var. Çünkü bütün yatırımını yalnızca ekranda bir anda beliren dinozorların çeşitliliğine, büyüklüğüne, hareket kabiliyetlerine ve gerçekliğine yapıyor. Bu alanda devrim seneler önce yapılmamışçasına… Zamana uyum sağlamak söz konusu olduğunda da beyazları yeni siyah karakterlerine kurtaran, bir helikopter yolculuğunda göz göze getirip “Devir nasıl da değişti.” dedirten basitliğini de hatırlatmak şart.
Serinin, muhtemelen seriden vazgeçmiş fanlarına, armağan niyetindeki jenerasyonları buluşturma fikrinin akla ilk gelen stüdyo numaraları arasında boğulmasını izlerken, film hafızası pek de geniş sayılmayacak kitleler haricinde kimseye hitap etmeye meyletmeyen yapım kendince büyük bir finale de uzanıyor aslında. Yeryüzünün gördüğü en büyük karnivor, familyasının otobur üyelerine mağlup olurken hayasızlığın, asabiyetin, vicdana mahal vermeyen o yırtıcılığın et ürünlerinden geldiğinin altını çiziyor usulca. Ama bu kadar. Dramatik bir çatı yaratmadan, muhtemelen binbir ricayla çağırdığı Jurassic Park efsanelerinin hatıralarına saygı duymadan, bir sinema filmine layık görüldüğüne inanamadığımız diyaloglarla… Gece yarısı sinemasına uygun, güldürmek yerine gülünç duruma düşen, Türkçe seslendirmenin çok yakışacağı bir bayağılığın orta yerinde iyice kutuplaşmış dünyaya birlikte mutlu mesut yaşamayı öğrenmemizi öğütlüyor oluşu da başrolünü Hollywood’un en meşhur cumhuriyetçisine emanet eden Dominion’a pek yaraşıyor tabii.