Eleştiri
Bullet Train
Tek, ancak dinamik bir mekan kullanımıyla seyircisinin ilgisini ayakta tutan Bullet Train, elbette coğrafya değiştirince oldukça Batı merkezci bir sosa bulandırılmış. Dolayısıyla yüzlerle hikâyenin birbirinin karşılığını sağlayamadığı anlar çoğunlukta. Modern aksiyonların en büyük silahlarından biri hâline dönüşen komedi unsuru filmin her ilmeğine işlenmiş. Brad Pitt’in Burn After Reading’ten aşina olduğumuz, kendini ciddiye almayan tavrıyla birlikte Bullet Train, artık üretimi duran büyük starlı lokomotif-gişe canavarı filmi prototipinde bir yere konumlanıyor. Devamlılık ya da tutarlılıktan yana bir iddiası olmadığı gibi, bu kaos içerisinde açıklanmaya ihtiyaç duymayan pek çok ayrıntısını da hızlı akışı içerisinde kaybolabilir diyerek defalarca dallanıp budaklandırıyor film. Buna rağmen kan kaybetmiyor oluşu ilginç tabii. Ancak aklınıza gelen her şeyi dev bir mutfak robotunun maksimum seviyesine kadar doldurup makineyi çalıştıran ve izlememizi buyuran Bullet Train’in kulvarı ve uzmanlık alanı da tam olarak burası aslında.
Güldüren değil gülünçleşen mizahı, Marvel evreninin milyon dolarlar kazanan oyuncularına kötü komedi yazarları tarafından yazılmış içler acısı esprileri hatırlatmakta. Biraz da bahsini ettiği kültürleri fazlasıyla karikatürize bir biçime büründürme gafletine düşmüş Leitch. Neredeyse Temel fıkralarını hatırlatan kontrastlarının kendi içerisinde de evrildiği çok enteresan bir manzara var. Artık çıkışı bulamayacağımızı düşündürdüğü bir yerde filmindeki beyaz olmayan bütün karakterlerin ölü, yaralı ya da kaybetmiş olmadığı bir virajdan geçiyor. Bunu sonrasında toparlayıp koşulları eşitlese ve hatta birlik olunduğu müddetçe doğru yola baş koyulabileceğini ima etse de, nihayetinde özgürlüğü ve yaşama hakkını verirken beyaz adamın desteğini kullanması, tüm bu marazı yaratanın alnının akıyla bu olaylar zincirinden çizik dahi almadan çıkması enteresan. Tabii Bullet Train bu bağlamda okunmaya açık bir film mi ve David Leitch gerçekten “O vizyoner mi?” sorularına cevap aramaya kalkıştığınızda geri adım atmak mümkün. Sanırım Channing Tatum’la Sandra Bullock The Lost City sonrası ne kadar da güzel iade-i ziyaret yapmış diyerek, patlamış mısıra verdiğiniz parayı düşünmeden bir sinema salonu ziyareti yapmaktan başka bir eylem bu filme ve amacına fazla.
Fatih
5 Ağustos 2022 at 16:06
Umur Bey, bu filme gitmek aklımda vardı ama ödül sezonunda pek de bir şansı yok gibi, siz ne dersiniz? Adı çok geçmeyince gitmekten vazgeçtim.