Eleştiri
Olmamışlar: Thirteen Lives, Men & Emergency
Destursuz film yazmak da güzel diye diye geliştirdiğim konseptlere televizyon köşesinde bir yenisini eklemiştim. Gazete küpürünü andıran dikey saçmalamalarımı film kanadına da taşıyayım dedim ve böyle bir şey çıktı, değerli Oscar Boy takipçileri. Olmamış üç film hakkında ileri geri konuşmama hazırsanız başlayalım…
[one_third]
THIRTEEN LIVES
Yön: Ron Howard
2018’de, Tayland’taki Tham Luang Mağarası’ndan kurtarılan çocuklar, haberlere, tarih kitaplarına, geçen yıl da The Rescue ile beyazperdeye konuk olmasının ardından Ron Howard yönetiminde bir Amazon Prime filmi olmuş şimdi de. Viggo Mortensen, Colin Farrell ve Joel Edgerton’ın bu inanılması güç olaydaki kilit kurtarıcıları canlandırdığı yapımın en büyük şanssızlığı tabii ki de yürek dağlayan Vasarhelyi & Chin filminden sadece bir sene sonra karşımıza çıkması. Ama yetisizlikleri bundan sebep denemez. Howard’ın hikâyenin kalbine bir ilgisi olmadığı gibi su altı sahnelerindeki özensizliği asrın olayını sıradan bir ikinci sayfa haberine dönüştürmüş. Gladiator’dan Unbroken’a, Everest’ten Mandela’ya “kurtuluş” senaryolarının aranan kalemine dönüşmüş William Nicholson’ın tüm bu kaosun en ilginç insanları sayılabilecek dalgıçları birer Hallmark karikatürüne dönüştürmesi de cabası. İkisi de seri üretime artık bir son mu verse acaba?
[/one_third]
[one_third]
MEN
Yön: Alex Garland
Kendi uzmanlık alanı olsun olmasın her konuda karşısındaki kadına açıklama yapma gereği hisseden erkeklerin izinden gidiyormuş hissiyatı yaratan Alex Garland’ın yeni filmi inanmazsınız ama, bir ataerki taşlaması. Atanmış kimliklerimiz ve bu kimlikler üzerindeki söz hakkımızın bizi tanrılaştırmasıyla kafayı bozduğu filmografisinde birkaç adım geriye çekilip her şeyi tek bir potada eritmiş bu defa, mesajını da en kör parmağım gözüne örneklerle kolay tüketilir hâle getirmiş. Onu “anlamadığınız” için deliren bir erkek edası yokmuşçasına da bıçağın sivri ucunu erkeklik müessesesine çevirmiş. Bu zehirin tekerrür ettiği ve biz üremeye devam ettikçe de çoğalacağını, bunun önüne geçemeyeceğimizi söylüyor kısaca Garland. Ama tıpkı şikayet ettiği durum gibi, tekrar tekrar, durmaksızın aynı cümleleri kurarak yapıyor ne yapacaksa. Çiğ, demode ve zayıf buldum ben bütününü. Bir filmden ziyade bir konsept çalışması muamelesi gösteriyorum dolayısıyla.
[/one_third]
[one_third_last]
EMERGENCY
Yön: Carey Williams
Carey Williams ve senaryoyu kaleme alan KD Dávila’nın aynı adlı kısa filminden uzun metraj hâline getirilen ve bu yıl Sundance’te görücüye çıkan Emergency, bazı fikirlerin kısa filmlerde kalması gerektiğini kanıtlar nitelikte. Siyahlar üzerindeki faşist köklere sahip ölçüsüz polis şiddetinden sebep toplumun geneline tesir etmiş travmanın, hiciv formunda bir başka temsili Emergency. Kanıtlayamadıkları müddetçe suçlu muamelesi görecekleri bir olay yaşayan iki siyah arkadaşın, sonu peşinen belli gecesini izlemeye koyuluyoruz. Ancak diyaloglardan katarsis yaratma çabalarına pek amatör ruhlu olduğu için ciddiye alabilmek imkânsız. Garip bir şekilde çok kısa bir sürede hızlıca tüketilmiş bir konu bu. Emergency de bırakın yeni bir şey söylemeyi, çoktan yol kat edilmiş cümleleri bayat geçmişine ışınlıyor. Bilhassa final bloğunun Nasreddin Hoca fıkralarından hâllice öğretici tavrı sinir bozusu. Devlet menşeli post travmatik stres bozukluğu belki bu ama, yorumu bu değil. Üzgünüm.
[/one_third_last]